İkiden fazla ülkenin savaştığı ve adına dünya savaşı denen hadisenin tekrar yaşanmaması için, bazı ülkeler çaba sarf ederken ve hatta barış için zemin ararken, bazıları da ateşe barutla gitmekle, herhangi bir patlamanın özellikle oluşması için seferber olmakla ve dahası bunları tamamen kendi çıkarları için yapmakla meşgul… Olumsuz olmak için yani savaş çığırtkanlığı yapmak için illaki, eline silahı alıp “ben de artık savaşıyorum ve senin saflarındayım” demeğe de gerek yok ki günümüzde…
Yakın coğrafyamızda ne silah sesleri son buldu, ne ölümler, ne kanlı görüntüler bitti, ne de yıkık dökük viraneye dönen şehirler… Ne ağlayan çocukların görüntüleri sona erdi, ne de evsiz barksız kalan insanların… Özellikle ayarlanmış bir kurgu, bir senaryo gibi dönüp dürüyor; biri bitmeden diğerini başlatıyorlar. Başımızı döndüren bir hızla hem de… Hangi yöne bakacağımızı şaşırdık, gelen top, tüfek, tank paleti, uçak motoru seslerinden…
Ben, İran-Irak adlı savaşın, tek kanallı televizyon dönemlerinde, 1984 ya da 1985 olsa gerek, TRT’de yayımlanan akşam haberlerine hemen her gün konu edildiğini çok iyi hatırlıyorum.
Birinci ve ikinci körfez savaşı denen savaşları hatırlamayı bırakın, resmen canlı yayında izlediğimi biliyorum. Sovyetler Birliği’nin Afganistan işgalini yine televizyon kanallarındaki haberlerden takip ettiğimi, Yugoslavya’daki iç dağınıklığı ve ardından yaşanan Bosna katliamlarını ve Avrupa’nın göbeğinde yaşanan/yaşatılan savaşı biliyorum.
Sınır komşumuz Suriye’nin içerisine düştüğü savaş halini ve kısa bir sürede ne hale geldiğini detaylı şekilde izahata gerek olmadığı kanısındayım ki, çok yakın geçmişte ve burnumuzun dibinde yaşandı. Ve bize, o denli yara açtı ki! Azerbaycan’daki, Karabağ’daki, Ermeni saldırılarını ve Hocalı katliamını biliyorum ve hatırlıyorum. Ve son olarak da, Rusya’nın Ukrayna’ya saldırılarını, inanılmaz ölçüde özümsemişçesine takip ediyorum ajanslardan.
Yukarıda tarihsel kronolojiye uymadan sıraladığım ve savaş içeren olayların; güzel Türkiye’mizin çevresinde peydahlanmış olması da, ne garip değil mi? Doğumuzda da, batımızda da, kuzeyimizde de, güneyimizde de bir savaş hali hep var oldu ve olmaya da devam ediyor ve hatta devam edecek gibi…
Yanlış anlaşılmasın, bütün bu yazdıklarım bir asır öncesinde yaşanmış değil! Günümüzden sadece kırk-kırk beş yıl öncesinden itibaren çıkarılmış veya gerçekleştirilmiş savaş ya da kıyımlar. Sayısal olarak, ne kadar da çok savaşa komşu olmuşuz ve ne kadar da içerisine sürüklenmeye çalışılmışız, değil mi? Şimdi de aynı veya benzer şeyler oluyor; Rusya’nın Ukrayna işgali ile Uefa yani Avrupa Futbol Federasyonları Birliği, bir dizi kararlar aldılar. İşgalci olarak betimlenen Rusya’nın, futbol ekiplerinin Avrupa Kupalarındaki maçları oynatmadılar. Ve sanıyorum turnuvalardan da diskalifiye edecekler.
Avrupa basketboluna yön veren EuroLeage de benzer çalışmayı yaparak, gruptaki Rus ekiplerini hiç yokmuş saydı ve puan tablosunu tekrar oluşturdu. Benzer çalışmalar Rus takımların yarıştığı diğer branşlardaki turnuvalarda, bireysel, kulüp takımı ya da milli takım düzeyinde uygulanmaya devam edecek zannımca… Ve hatta Uefa, Ukrayna ve Rusya’da forma giyen yabancı oyunculara özel, transfer izni verilmesi çalışmalarını da hızlandırdı. Herhangi bir mağduriyet yaşanmaması için verilen bu özel izinle, oyuncular kapışılacak diye düşünüyorum.
“Batan geminin malları” gibi savaşın içerisinde kalmış ülkelerden, bizim gibi yabancı cenneti olan liglere akacaklar. Yazımın başında bahsini ettiğim, savaşa dâhil olmak için, illaki cephede silah kuşanmaya gerek yok! Uefa ve diğer kurumlar benzer yaptırımlarla aslında savaşa direkt olarak temas ediyorlar. Umarım savaşa girmiş sayılmazlar! Dipnot; “Savaş; korku ve sefaletten başka bir şey veremez. Yakar, yıkar, öldürür, yok eder.” Nazım Hikmet.