Sevgili Dokuz Eylül Gazetesi okurları; Gelin bugün politikadan, siyasetten, günlük hayattan biraz uzaklaşalım, benim öğrencilerin deyimi ile biraz sentimental takılalım.

Aşktan, sevgiden, sevmekten ve sevilmekten bahsedelim. Biraz relax olalım. Bakalım neler çıkacak bu düşüncelerin sonunda, nereye varacak satırlarımız. Pek çok cümle şöyle başlar iki aşık arasında, “Seni ne kadar sevdiğimi biliyor musun?” veya “Sana seni ne kadar sevdiğimi bilmem anlatabildim mi”... Oysa bütün bu süslü sözcüklere hiç gerek yoktur. Sevdiğiniz kadın sizin onu ne kadar sevdiğinizi ya da ne kadar sevmediğinizi çoktan anlamıştır. Her şeyin farkındadır. Sevdiğinizin de sevmediğinizin de. Seviyorsanız, her şeyi ile sizindir. Sevmiyor ya da seveni oynuyorsanız bunun da farkındadır. Ya sizi elde tutmak için inanıyor gibi gözükmektedir ya da kendince başka bir hesabı vardır. Ama kesinlikle aldanmamaktadır.
 
***
Biz erkekler karşı cinsi elde etmenin yolunun kocaman bir tek taş yüzükten, pahalı, gösterişli arabalara sahip olmaktan geçtiğini sanırken, her şeye babasının evinde doymuş kızlar, koca bir tek taş yerine kocaman bir yüreği, kocaman bir araba yerine bütün bir ömür boyu kendilerini her şeye karşı koruyacak kocaman bir eli tercih ederler. Bu nedenle kızlar, “Seni ne kadar çok sevdiğimi biliyor musun” ile başlayan cümleler yerine beklemediği bir zamanda kendisine verilen ve onu ne kadar çok sevdiğinizi gösteren bir demet gülü, onu ne kadar kıskandığınızı gösteren bir küçük hareketi, bir bakışı, küçük sözü beklerler sizden. İnanır mısınız beyler, bazen onu ne kadar kıskandığımızı ifade ederken dahi kalp kırıyoruz. “Ne o öyle giydiğin elbisenin aşırı dekoltesi, oranı buranı göstermekten hoşlanıyor musun” diyoruz. Ne büyük yanlış yapıyoruz. Onu inanılmayacak kadar kırıyoruz. Oysa desek ki; “Hayatım seni kıskanıyorum, yine de sen bilirsin”; hislerimizi ne kadar doğru ifade etmiş olacağız. Onu üzmeden, onu kırmadan. Hadi, bundan da geçtim. O erkekçe ama bazen de aptalca sertliğimizi bir kenara atsak da onların beyni ile düşünmeye başlasak. Onların gözü ile bakmayı denesek dünyaya.
 
***
“Yapamayız, biz erkeğiz” diye seslendiğinizi, bize ağlamamayı öğrettiklerini, “Yumruk yediğimizde bize yumruk atandan intikam almadan eve dönmemeyi eğittiler” dediğinizi duyar gibiyim. Evet öyleyiz. Öyle yetiştirildik. Hangi kültürde var, doğan erkek çocuğun cinsel organlarını açıp fotoğrafını çekmek. Hangi kültürde var bu fotoğrafı duvara asmak. Sonra dönüp diyoruz ki, “karını sev. Ona eziyet etme.” Her neyse. Konu başka taraflara saptı. Gelin tekrar başa dönelim. “Seni ne kadar sevdiğimi biliyor musun” sorusuna… Evet biliyor. Sen o soruyu sormadan çok önce o, senin onu ne kadar sevdiğini, ne kadar sevmediğini anlayıp sana puanını vermiş, gerisi hikâye. Sen istediğin kadar onu kandırdığını zannet. Aslında aldanan sensin. Orada.
Bugün, yıllardan süzülen böyle bir düşünce rafinasyonunu sizinle paylaşmak istedim. Politikayı, o bakan bunu demiş, bu bakan başkasını. Bırakalım onlar ülkeyi yönetsin ve dünyayı kurtarsın. Biz sevelim sevilelim. Hayatın anlamı sevgide.