Artvin, Batum hinterlandından çıkarılınca, eski ticari ve ekonomik potansiyelini ne yazık ki yitirdi. Bu sebeple, Türkiye Cumhuriyeti hükumetleri, Hopa ve Rize vasıtasıyla, yeni projeler yaparak, Artvin’i, Türkiye’nin mali kaynaklarına dayanarak, yeniden planlamak zorunda kaldı
Gürcistan sınırımızda yer alan Artvin, günümüzde Ardanuç, Arhavi, Borçka, Hopa, Murgul ve Kemalpaşa (Makriyali) ilçelerini içine alan bir serhat kentimizdir. Eskiçağları bir kenara bırakırsak, Osmanlılar devrinde, Artvin’in önemi, kalesinden kaynaklanır. Osmanlı idaresi öncesinde Türkler bu bölgeye gelmişlerse de, Yavuz Sultan Selim’in 1514 Çaldıran zaferinden sonra dolaylı olarak Osmanlı topraklarına katıldığı anlaşılıyor. Kanuni Sultan Süleyman devrinde, muhtemelen 1555 Amasya anlaşmasıyla Osmanlılar'ın elinde kaldı ve Osmanlı-İran savaşlarında önemli roller üstlendi. Çoruh Nehri vadisinde stratejik bir mevkide yer alan bu küçük kale, on yedinci yüzyılda Osmanlı Safevi ilişkileri açısından askeri önem kazandı. 1651-1652 tarihli bir Osmanlı arşiv belgesinde, Artvin Kalesi'nin öneminden açıkça söz edilir. Bagratiler devrinde 8. yüzyılda yapılan bu kale, çeşitli devirlerde restore edildi. Osmanlılar devrinde de onarıldı. Aslında Artvin’in kendisi, on yedinci yüzyıl başlarında (1724/ 1725) Livane kazasına bağlı sıradan bir köydü. Burada Aslan Paşa tarafından yaptırılan bir cami vardı. 1810 tarihli bir belgede, Artvin’in sancak statüsünde olduğu ve Süleyman Bey isimli bir Osmanlı askerinin bu sancağın beyi olduğu belirtilir.
Tanzimat’ın ilanına kadar tüm Türkiye’deki kent ve kasabaların nüfusu kozmopolit bir yapıya kavuştukları üzere, Artvin’in nüfus yapısı da kozmopolit hale geldi. Tanzimat’ın gayrimüslimler için getirdiği özgürlük ortamından yararlanmak isteyen Artvin Ermenileri, İstanbul Ermenileri'nin mali desteğiyle, 1840 yılında Artvin’deki Ermeni kilisesini tamir etme iznini aldılar. Artvin’in Ermeni milleti ile Katolik reaya üzerine yapılan 1835 tarihli bir Osmanlı nüfus sayımı Başbakanlık Osmanlı Arşivi'nde korunmuştur (NFS.d. 2779). Bu sayıma göre Ermeniler, sadece Artvin merkezde değil, aynı zamanda kırsal bölgede de mevcutturlar. 1835 yılında Artvin’de 199 hane Ermeni ile çevresinde de 61 hane Katolik Ermeni köylü mevcuttur.
ALACA KUMAŞ
1842 tarihli bir belgede, Artvin’in idari bakımdan Kars’a bağlı olduğu belirtilir ve buradaki alaca ve bez kumaş imalatından söz edilir. 1851’de Çıldır’a bağlanmıştır. 1858’de Lazistan sancağına bağlı olduğu belirtilir. Katolik Ermenilerin bu devirde Artvin nüfusunun önemli bir parçası oldukları anlaşılıyor. 1860 yılında Livane’ye bağlı bir kasaba’dır.
Zaman zaman Rus, Ermeni ve Gürcü saldırılarına maruz kalan Artvin, 1876-1977 Osmanlı Rus Harbi'nden sonra (93 Harbi) Kars ve Ardahan ile birlikte Osmanlı devleti sınırları içine dâhil edilmiştir. Ancak 1878 Ayastefanos Anlaşması'yla, Kars ve Ardahan ile birlikte Ruslara teslim edilen Artvin’in Müslümanları, Artvin’i terk etmeye başladılar. Özellikle 1886 yılından itibaren Batum ve Artvin muhacirleri (Müslümanlar) Osmanlı topraklarına hicret etmeye başladılar. Bunda Rusya’nın İslamlara yönelik siyaseti çok etkili oldu. Osmanlı idaresi, Artvin Ermenileri'ni, Rusya tebaasından oldukları ve Ermeni çetelerinin burada aktif oldukları için, Osmanlı topraklarına göçmesine izin vermedi. 1893 tarihli bir belgeye göre, Artvin, Batum’a bağlı görünür. Artvin’de Müslümanlar'ın (Türkler) yanı sıra, Kürtler'in de mevcut olduğu belgelenebiliyor.
1914 yılında Artvin, Ruslar'ın elinden alındı. Özellikle İttihat ve Terakki’nin ileri gelenlerinden ve Teşkilat-ı Mahsusa’nın kurucularından biri olan Dr. Bahaeddin Şakir’in (1874-1922) Artvin’deki faaliyetleri sayesinde, Rus ve Ermeni faaliyetleri pasifize edilmeye çalışıldı.
Rumlar, Artvin’in yerli nüfusundan değillerdir. Zira Sürmene’den Artvin’e Rum tacirlerin geldiği anlaşılıyor. Dolayısıyla, Artvin, bu devirlerde, bir Gürcü ve Rum kenti olmaktan daha ziyade, İslam (Türk) ve Ermeni kenti olarak ortaya çıkar. Nitekim Türkçe bir rapora göre, ‘Artvin’in ahalisi Türk, kendileri de hiçbir zaman başka bir millet oldukları iddiasında’ bulunmamışlardır.
I. Dünya Harbi'ne kadar, Ermeni nüfusun çoğu, Rusya’ya göç etmek zorunda kalmıştır. 1918’de Rusya ile imzalanan Brest-Litovsk Antlaşması'na göre, Ruslar, Artvin topraklarından çekildiler. Ama kısa süre sonra 1918’de İngilizler (bakır madeninden ve Azerbaycan’dan dolayı) ve Gürcüler tarafından işgal edildi.
Gürcüler, Moskova anlaşması gereğince, 1921’de Artvin’i tahliye ettiler ve Türkiye topraklarına dâhil edildi. 1921’de sancak, 1924’te de ile dönüştürüldü. 1922 tarihinde Artvin valisinin hazırladığı bir nüfus sayımına göre Artvin’in nüfusu Türk, Gürcü, Hemşin ve Lazlar’dan oluşuyordu. Ermeniler kalmadığı için bu sayımda zikredilmezler. Bu sayıma göre, Türkler ve Gürcülerin nüfus çoğunluğunu oluşturduğu görülür.
BATUM İLE İLİŞKİLER
Batum, bu bölgenin en gelişmiş liman kenti olduğu için, Artvin halkı eski alışkanlıkla, Batum’a gidiyordu. T. C. Hükumeti, bu alışkanlığı, Hopa’ya kaydırdı. 1923’te burada Ziraat Bankası açıldı. 1926’da Artvin’in Acara Cumhuriyeti’ne ait kısmı Gürcistan’a terkedildi. 1927’de Türkiye’ye katılmasının 6. yılı büyük törenlerle kutlandı. 1933’te vilayet statüsü kaldırıldı ve merkezi Rize olan Çoruh vilayetine bağlandı. 1936’da Çoruh vilayetinin merkezi yapıldı. 1956’da Çoruh ismi kaldırıldı ve Artvin ili ismini aldı. Burada 1937’de tütün, rakı ve şarap işleri desteklendi ve aynı zamanda burada bir Halkevi açıldı. Ancak, Artvin’in Batum ile irtibatının kesilmesi, Artvin’in ekonomik ve ticari olarak ilerlemesini ne yazık ki engelledi. Bu durum, 1950’li yıllarda bile devam ediyordu. Nitekim Artvin Belediye Başkanı Fehmi Alparslan, 1950 tarihli Başbakan Adnan Menderes’e gönderdiği mektupta, Batum ile ilişkilerin kesilmesinin Artvin’e zarar verdiğinden söz eder. Çoruh bölgesinin incelenmesi gerektiğini ve bakır cevherinin öneminden bahsederek, Artvinliler'in, bir zamanlar, Çoruh Nehri'nden kayıklarla ticari mallarını Batum’a ulaştırdıklarını; Reji idaresinin tütün atölyeleri olduğunu, özel kişilerin rakı ve şarap imal ettiklerini, ihtiyaçlarını Batum’dan karşıladıklarını belirtir. Çoruh Nehri bu amaçla kullanılmayınca, karayolu da iyi olmayınca, Artvin, ticari ve ekonomik olarak durgunluğa girmiştir. Belediye Başkanı Fehmi Alparslan, ‘Artvin yolsuzluktan nefes alamaz halde bulunuyor’ diyerek, DP iktidarından öncelikle yol istemiştir. Artvin-Yusufeli-Erzurum karayolunun yapımında geç kaldığından dem vurur. ‘bu şirin hudut şehrinde’ inşaat işleri neredeyse durmuştur. Belediyeye ait bir orman kamulaştırılmış ama parası belediyeye ödenmemiştir.
Bu sorunların 1965 yılına kadar kökten çözülemediği anlaşılıyor. Zira Artvin Belediye Başkanı Talat Dinç, 1964 yılında Artvin Valiliği'ne sunduğu talep dilekçesinde, yine yol, kanalizasyon, elektrik enerjisi ve turistik otel ihtiyacı olduğundan, fabrikalardan (gübre fabrikası, hidro-elektrik santralı, kontralit fabrikası, konserve fabrikası), söz eder ve bu bölgede özellikle turizmin desteklenmesi gerektiğini belirtir. Hatta Artvin’in İpekyolu üzerinde bulunduğunu söyleyerek, turizmin desteklenmesini ister. İran petrolünün, Artvin’den geçirilerek Karadeniz’e çıkarılabileceğini belirtir. Artvin köylülerinin kereste işiyle uğraştıklarından dolayı ormanların halka açılmasını talep eder.
Artvin, Batum hinterlandından çıkarılınca, eski ticari ve ekonomik potansiyelini ne yazık ki yitirmiştir. Bu sebeple, T.C. Hükumetleri, Hopa ve Rize vasıtasıyla, yeni projeler yaparak, Artvin’i, Türkiye’nin mali kaynaklarına dayanarak, yeniden planlamak zorunda kalmıştır.