25 Ekim 1894 Perşembe, öğlen vakti... Sivas’ın Şarkışla ilçesine bağlı Sivrialan köyünde; yanakları al al bir köylü kızı gebeliğinin son zamanlarında, çalışmakta... Koyun sağmaya giderken sancısı tutar. Oracıkta dünyaya getirir Veysel’i...
Erkek olursa "Veysel" olacaktır ya! Çoktan geçirmiştir içinden. Eşi Ahmet'e de açmıştır bu isteğini. Göbeğini de kendisi keser. Oğlu Veysel'i bir çaputa sarıp, yürüye yürüye köyüne döner... Avşar boyunun, Şatırlı obasına mensup Veysel, böyle doğar dostlar...
*****
O yıllarda çiçek hastalığı salgın halindedir. ŞATIROĞLU ailesinin minik Veysel’den önce 2 kızı da çiçek yüzünden yaşamlarını yitirmiştir. Kâh köyünde oyunlar oynar, kâh anasına babasına yardım eder minik Veysel...
Yedi yaşına gelir Veysel... 1901’de, Sivas’ta tekrar bir çiçek salgını başlar. Veysel de yakalanır bu hastalığa. O günleri şöyle anlatır sonra: Çiçeğe yakalanmadan evvel, anam güzel bir entari dikmişti. Onu giyerek beni çok seven Muhsine kadına göstermeye gitmiştim. Beni sevdi. O gün çamurlu bir gündü, eve dönerken ayağım kayarak düştüm. Bir daha kalkamadım. Çiçeğe yakalanmıştım. Çiçek zorlu geldi. Sol gözüme çiçek beyi çıktı. Sağ gözüme de; solun zorundan olacak, perde indi. O gün bu gündür dünya başıma zindan...
Bu düşmeden sonra Veysel’in belleğine bir de renk işler: Kırmızı... Bu durumu, 1930 yılında evleneceği eşi Gülizar şöyle anlatır: Renklerden yalnız kırmızıyı hatırlamış. Gözleri gönlüne çevrilmeden önce; yani çiçek hastalığına yakalanmadan önce, düşmüş. Kan görmüş. Kanın rengini hatırlamış yalnız. Kırmızıyı… Yeşili de elleriyle bulur ve severmiş... Ali adında bir ağabeyi ve Elif adında bir kız kardeşi var Veysel’in... Tüm aile çok üzülmüş... Günlerce gözyaşı dökmüş bu hale... Bundan böyle kız kardeşi elinden tutarak gezdirmeye, dolaştırmaya başlamış Veysel’i...
*****
Yaşadıkları yer: Emlek yöresi... Sivas’ın bu aşığı/ozanı bol diyarında, Veysel’in babası da şiire meraklı, tekkeyle içli-dışlı biridir. Veysel’in dertlerini birazcık da olsa unutacağı bir uğraş olsun diye bir saz verir eline. Halk ozanlarından da şiirler okuyup, ezberleterek avutmaya çalışır oğlunu. Yöre ozanları, zaman zaman babası Ahmet’in evine uğrar, çalıp söylerler. Merakla dinler bunları hep Veysel. İlk saz derslerini babasının arkadaşı olan Divriği’nin köylerinden Çamışıhlı Ali Ağa’dan (Âşık Alâ) alır. Kendini de iyice saza verir...
Âşık Veysel’in hayatında ikinci önemli değişiklik seferberlikte başlar. Ağabeyi Ali ile birlikte tüm emsalleri, arkadaşları cepheye koştuğundan; Veysel, kırık telli sazıyla yalnız kalır. İyice kapanır içine Veysel... O günleri şöyle anlatır Enver GÖKÇE’ye: Eve girerim, yüzüm asık. Anam babam halimi bilmez. Ben onlara derdimi, dokunmasın diye açamam. Onlar benim kafa tuttuğumu zannederler. Bense derdimi dökmekten çekinirim. Öyle ki, sazdan bile soğur gibi oldum...
Veysel’in annesi ve babası; seferberlik sonlarına doğru, “Belki biz ölürüz ve kardeşi Veysel’e bakamaz” düşüncesiyle, Veysel’i Esma adında akrabalarından bir kızla evlendirirler... Bir oğulları olur Esma'sıyla... Oğlan, daha 10 günlükken annesini emerken ölür... Veysel’in acıları bununla da bitmez... Hemen üstüne, 24 Şubat 1921'de annesi ölür... 18 ay kadar sonra da babası... Yıkılır Veysel... Yeni doğan kız evlatlarıyla birlikte Esma'sı tek tesellisidir. Bağ, bostan işleri de kendisine kalır.
Bu işlere bakması için, bir yanaşma tutar. Ama bu yanaşma; eşi Esma’yı kandırır, birlikte kaçarlar. Kaçacaklarını hisseden Veysel, Esma'sının çorabına bir miktar para bırakır. Neden sonra bu durumu, çorabını açtığında anlayacaktır Esma… Böyle bir Sevgi...
Veysel, kucağında 2 aylık kızıyla baş başa kalır. Ardından minik kızı da vefat eder. Sazından başka tutunacak dalı kalmamıştır artık Veysel'in. Derdini kırık sazına döker de döker. 1930 yılında, Gülizar ile evlenir...
*****
1931 yılında düzenlenen 1. Sivas Halk Şairleri Bayramı’na davet edilir. Üç gün sürer bayram. Dönemin Sivas İl Milli Eğitim Müdürü Ahmet Kutsi TECER; Veysel ile birlikte tüm şölene katılan 15 âşığa,
'Halk Şairi' unvanına sahip olduklarını belirten birer belge verir. Halk şairidir artık Veysel...
Ahmet Kutsi TECER, Veysel'in sazından ve hikâyesinden çok etkilenir. Halk Edebiyatının hak ettiği yerlere gelmesi, eserlerin kaybolmaması ve gelecek nesillere aktarılması, Ahmet Kutsi TECER için çok önemlidir. Veysel'in eserlerini kaleme alır. Âşık Veysel'e önem verir ve böylece bir efsanenin doğmasının en büyük sebebi olur...
Köy enstitülerinin kurulmasıyla birlikte, yine Ahmet Kutsi TECER’in katkılarıyla; sırasıyla Arifiye, Hasanoğlan, Çifteler, Kastamonu, Yıldızeli ve Akpınar Köy Enstitüleri’nde saz öğretmenliği yapar. Bu okullarda, Türkiye’nin kültür yaşamına damgasını vurmuş birçok aydın sanatçıyla tanışma olanağı bulur. Bu, gelişimine çok büyük katkı sağlar. Şiirini de iyiden iyiye geliştirir. Türkiye'nin çeşitli yerlerinde eğitimler verir...
Veysel’in Türkçesi yalındır, dili ustalıkla kullanır. Tekniği gösterişsiz ve nerdeyse kusursuzdur. Hüzün, iyimserlik, umut ve umutsuzluk şiirlerinde iç içedir. Doğa, toplumsal olaylar, din ve siyasete ince eleştirirler yönelttiği şiirleri de vardır. TBMM, 1965 yılında, özel bir kanunla Âşık Veysel’e, anadilimize ve Milli birliğimize yaptığı hizmetlerden dolayı 500 lira aylık bağlar...
1970’li yıllarda; Selda BAĞCAN, Gülden KARABÖCEK, Hümeyra, Fikret KIZILOK, Esin AFŞAR gibi bazı müzisyenler, Âşık Veysel’in deyişlerini düzenleyerek yaygınlaşmasını sağlarlar...
*****
21 Mart 1973 Çarşamba günü,
"Dost dost diye nicelerine sarıldım.
Benim sadık yârim kara topraktır.
Beyhude dolandım, boşa yoruldum.
Benim sadık yârim kara topraktır...”
dediği gibi aynı, çok sevdiği toprağa karışııııır gider Âşık Veysel...
Şarkışla’da her yıl adına şenlikler yapılır. Şimdi oralarda, her toprağa dikilen tohumda... 128. yaşın kutlu olsun Usta... Anısına ve muhteşem üretimlerine saygıyla...