12 Eylül’ün faşist paçavralarının ele aldığı konulardan biri de sözcüklerdi.
Türk Dil Kurumu’nun bin emek ürünü derlenmiş, seksen bin gerekçeyle türetilmiş ve önerilmiş sözcüğünü önce aşağıladılar, sonra düşmanlaştırdılar, sonra da halkın gündeminden çıkardılar. Bunu yaparken –o günleri yaşayanlar bilir- dönemin özellikle tiyatro oyuncularını kullandılar. O TDK ki, Cumhuriyet Aydınlanmasının ilk kalelerinden biriydi. Bugün hala dilimizi kör topal kullanabiliyorsak, orada verilen büyük emeklerin yüzü suyu hürmetinedir. Türk Dilini Tetkik Cemiyeti bu yüzden kurulmuş, bu coğrafyanın ve sahici Türkçenin hiçbir gerçeğine ve gereğine uymayan bir bulamaçtan kurtulmanın, arı, damıtılmış, anlaşılabilir, yazılabilir ve okunabilir bir dilin peşine düşmüştü. “Az zamanda yapılan çok iş”lerden biridir. Dünyanın çok azına tanık olup gördüğü bir mucizedir de diyebiliriz.
12 Eylülün cahil cühela muktedirleri, tıpkı önceki ve sonraki ve bugünkü benzerleri gibi, hükümranlıklarını sürdürmenin en önemli yolunu biliyorlardı: dili genel bir kabule ve kullanıma kavuşturmamak. Çünkü üstüne çöktükleri devletin korkutucu, anlaşılmaz, kavranılmaz ve ulaşılmaz olması gerekiyordu. Berbat bir dil ve üslupla iyice kendilerine benzettikleri yasalar, kararlar, genelgeler içine serpiştirilmiş mayınlar, istedikleri zaman ve istemedikleri bireyler ve örgütler üstünde kolaylıkla patlatılmalıydı. “Yurttaş devletinin yasalarını bilmek ve uymak zorundadır” ilkesine sığınıp, bütün bunlardan habersiz, bilgisiz ve öğrenme yolları tıkanmış yurttaşlara, her türlü zorbalığı kolaylıkla dayatabilirlerdi.
Bu kadarla yetinemezlerdi. Kimi sözcükler, kolaylıkla anlaşılmaları bir yana, tanımladıkları değerlerle de ürkütücüydü. Örgüt, grev, özgürlük, özerklik, bağımsızlık, yanıt, olanak, olasılık, örneğin… diye uzayıp giden bir “yasaklı sözcükler listesi” hazırladılar. Kitapları, belgeleri, üretene ve üretilene karşı her türlü saygısızlıkla ayıkladılar. Kültürel yapıya saldırıp, demokrasi ve çağdaşlık algısını da silip süpürmek istediler.
Tez kurulundaki gerici ve sözüm ona akademik etiketli tipi anımsıyorum. Bana “Bu tezdeki –sel’lerle, -sal’larla nereye gitmeyi düşünüyorsun?” diye sormuştu. Çalışmamın içeriğini ve hedefini anlamak bir yana, beni kullandığım dilden dolayı düşman gören o tipe şunu söylemiştim: “Benim gittiğim yerde, senin gibilere yer yok!” Tutarlıymış, geçer not vermedi.
Bunları anımsatmamın nedeni şudur: bugün ilericiyim, Cumhuriyetçiyim diye geçinen siyaset erbabından gazetecisine, öyle korkunç bir dil kullanımı var ki, 12 Eylül kadavraları gülümsüyor, açtıkları yolda ilerleyenler keyifle el ovuşturuyor olsa gerek.