Bilimsel araştırmalar giderek daha dar alanda ve daha derine doğru yapılıyor; yetişen uzmanlar ise tek bir alanda yoğun bilgi sahibi iken, genel bilgileri yüzeysel kalıyor. Oysa birçok alanda yaşanan sorunlar, çok farklı meslek gruplarındaki bireylerin bir arada çalışmalarını gerektiriyor. Örneğin, insanların sağlıklı olabilmesi, tıp doktorlarının yanında, veteriner hekim, eczacı, biyolog, gıda mühendisi, çevre mühendisi, şehir planlamacısı ve daha birçok meslek grubunun birlikte çalışmasına bağlı. Bu gerçeğe temellenen ve giderek yaygınlaşan ‘Tek Sağlık’ anlayışının başka alanlara da uyarlanabileceğini düşünüyorum; örneğin tarih alanına…
‘Doğru Tarih’ ve ‘Tek Tarih’
Atatürk’ü tanıdıkça, onun felsefesini anladıkça, tarihe ilgim arttı; tarihle ilgilendikçe, Atatürk’ü daha iyi tanıdım ve anladım. Dikte ettirdiği bir şiirde “Eğri tarihi gömüp, doğru tarihe gidin!” diyor, Atatürk. Ancak bugün bile, tüm dünyada ‘doğru tarih’ten çok, ‘eğri tarih’ ön planda; herkes, özellikle de emperyalist ülkeler, tarihi, kendi çıkarları doğrultusunda eğip, büküyorlar. Türkiye’de de halkın çoğunluğu, kanıta dayalı ‘doğru tarih’i araştırıp, öğrenmek yerine, miş’li geçmişle biten, dayanaksız ‘eğri tarih’ masallarına inanıyor.
‘Tek Tarih’ (One History) kavramı düşüncesi, mikrobiyolog dostum Prof. Dr. Mehmet Ali Öktem’in ‘Tek Sağlık’ konulu sunusunu izlerken doğdu, kafamda. “Tarih biliminin çağ atlayabilmesi, sahte tarihin (pseudo-history) yerini, doğru tarihin alabilmesi için yeni bir anlayışa gereksinim var ve bu anlayış ‘Tek Tarih’ olmalı…” diye düşündüm.
Tarihi gerçeklerin ortaya çıkması için, tıpkı ‘Tek Sağlık’ anlayışında olduğu gibi, tarihçi, arkeolog, dilbilimci, genetikçi (insan, hayvan, bitki), antropolog, biyokimyacı, zoolog, mikrobiyolog, sanat tarihçisi, sosyolog, jeolog, ilahiyatçı, politikacı gibi farklı grupların bir arada çalışmalarının gerektiğini düşünüyorum. Özellikle genetik, biyokimyasal ve jeolojik yöntemlerle elde edilen, doğruluk payı çok yüksek verilerin, tarihi gerçeklerin ortaya çıkmasında büyük değer taşıdığı kanısındayım.
Tarihte eski dönemlere gittikçe, somut veriler azalıyor ve bu boşluğu dogmatik inançlar, hiçbir kanıt içermeyen masallar doldurabiliyor. Bazen de çok sayıda somut kanıta karşın, “Biz bunları kabul etmiyoruz” şeklinde bir davranış biçimiyle karşılaşabiliyorsunuz. Bir şeye körü körüne inanmak kadar, körü körüne inanmamanın da dogmatik olduğunu, somut kanıtların her zaman farklı yönlerden değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Atatürk Yaşasa, Tarih Konusunda Ne Yapardı?
Yaşarken ne yaptıysa, onu yapardı. Tarih, dil ve arkeoloji konularında Türkiye’nin ve dünyanın önde gelen bilim insanlarını toplar, tarihi gerçeklerin araştırılmasını teşvik ederdi. Diğer ülkelerle işbirliğine de önem verirdi.
“Türk çocuğu atalarını tanıdıkça, daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır.” demişti, Atatürk. Farklı alanlarda çalışan Türk bilim insanları, onun manevi mirasçıları olarak, umarım ‘Tek Tarih’ anlayışı ile bir araya gelir ve öncelikle onun ilgi duyduğu Türk Tarihi ve Türk Dili’ni derinlemesine araştırırlar. Ve böylece, kültürün ve uygarlığın doğduğu bu topraklar, bilimsel gerçeklerin ışığıyla aydınlanır.
Ben bu işte varım…