Covit-19 salgını ile değişen yaşam şekillerimizin, normalleşme sürecine girdiğini ümit ettiğim şu günlerde, aşı sıramın geldiğini ve büyük bir heyecanla aşı randevumu aldığımı, tam vaktinde de aşımı vurulacağımı bilmenizi isteyerek ve bu bilgiyi sizlerle paylaşarak başlasın bu yazım… Ajanslardan kulaklarımıza varlıkları çalınan, aşıdan korkanlara ya da endişe edenlere de rehber olsun!

Öyle ya! Aylardır aşı yok, neden gelmiyor, bir aşıyı alamadılar demedim mi? Aşıyı altı ay önceden, en az bu sayılarda ülkemize sokabilseydi yönetemeyenlerimiz, normalleşme adımlarında sona gelmiş ve gerçekten de normalleşmiş olacaktı hayatlarımız.

Bakınız; bir asır öncesinde bile -ki, teknolojinin günümüzle kıyas dahi edilemeyeceği günlerde, salgın hastalıklarla mücadelede başrolü oynayan etken “aşı” olmuştur. Yüz yıl öncesinde kökü kurutulmasa da, salgınların önüne aşı ile geçilmiş, binlerce insanın hayatı aşı ile kurtarılmıştır.

Aşının ülkemize, dış ülke üreticilerinden gecikmiş bir şekilde ancak getirilmesi, mevcut hükümetimizin 2011 senesinde, pervasızca kapadığı Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü’nün yokluğuna da bağlıdır diye düşünmekten alamıyorum kendimi…

Sadece Hıfzıssıhha Enstitüsü mü kapanan?

Tam 97 yıl önce bugüne, 12 Haziran 1924 tarihine gidelim önce; İstanbul’da, Heybeliada’da bir sanatoryum kuruluyor, Atatürk’ün talimatıyla... Bu arada, sanatoryum, salgın hastalıklar hastanesi anlamı taşır. Ve kuruluşundan, mevcut hükümetimizce kapatıldığı 2005 yılına kadar da, on binlere derman oluyor. Şifa bulanlar arasında ünlüler olduğu gibi, okul gibi görev yapıp, doktor ve hemşire de yetiştiriyor. Şifa dağıttığı hastalarına, bir dönem, mesleki eğitimlerin verildiği bile olmuş.

Velhasıl, milletin malı olan hemen her şeyi, yok pahasına elden çıkaran mevcut hükümetimiz, burayı da 2005 yılında, işe yaramadığı gerekçesiyle, İslam Eğitim Merkezi yapılsın diye Diyanet İşleri Başkanlığına devrediyor. İstanbul’daki sorumlu demokratik kitle örgütleri, bu hadiseyi yargıya taşıyorlar ve iş hala mahkemelik!

Yüz yıla yakın süre aşı üreten bir kurumu ile ülkemizin ilk salgın hastanesini kapatarak, geleceği göremeden umarsızca hareket eden hükümetimizin, devletimizin sağlık işlerini kotarsın diye atadığı Bakan Bey’ine ait olan, parayla hizmet eden özel hastanelerinin varlığını yazmama gerek yoktur sanıyorum! Aynı şekilde her vatandaşına eşit eğitim hizmeti sunmasını beklediğimiz devletimizin Milli Eğitim Bakanının da, parayla eğitim veren özel okul sahibi olduğunu da!

Konuyu parayla eğitim veren başka bir yere getiriyorum;

Türkiye Futbol Federasyonu (TFF) yeni dönemde uygulayacağı eğitim ücretlerini belirlemiş. TFF’nin resmi sitesinde yer alan, https://www.tff.org/default.aspx?pageID=1121 kısayol adresinden, antrenör, teknik adam, yönetici ve benzeri kişiler için açıklanan eğitim ücretleri tablosunu, sizler de gözlerinizle görebilirsiniz. Ve binlerle oluşturulan rakamların yüksekliğine şaşacağınıza eminim; listenin ağababası Uefa Pro Lisans eğitiminin bedeli yüz bin Türk Lirası. Yanlış okumadınız, rakamla da yazayım; 100.000,00.-TL. Uefa A Lisansı adı verilen belgeye erişebilmek adına

gireceğiniz eğitimin bedeli de otuz beş bin Türk Lirası. Futsal antrenörlüğü ile Uefa B Lisans, yirmi beş bin, futbol yöneticiliği ise yirmi bin Türk Lirası… Listedeki binler uzayıp gidiyor.

Disipline edilmiş, belge yönetmeliği ile kutsanmış, diplomalar ile bezenmiş insanın, eğitim camiasında özellikle de spor camiasındaki verimliliğini tartışmaya bile açmam! Ancak, TFF’nin futbol konusundaki eğitimlerini doğru bulmamla beraber, eğitimi vereceği kitleyi belirlemesine de etki edecek olan bu saçma fiyat tarifesini yok edercesine tekrardan gözden geçirmesini öneriyorum.

Ülkemizdeki sağlık ve eğitim hizmetlerinin tamamının, yediden yetmişe, vatandaşlık hakkı olan tüm halkımıza, eşit şekilde ve ücretsiz olarak verileceği günlerin gelmesini dileyerek, yazımı Özdemir Asaf’ın dizeleri ile sonlandıracağım;

Dipnot; “İnsansız adalet olmaz/Adaletsiz insan olur mu?/Olur, olmaz olur mu!/Ama, olmaz olsun.” Özdemir Asaf.