Araçtan, kulaktan, uzaktan gelen uğultular da insanı kaygılandırır. Peki ya deprem uğultuları?  Uzmanlar “deprem dalgalarının yayılırken ses yapmasını, bunun da uğultu” olarak duyulduğunu söylerler. Deprem demişken, uğultudan söz açmışken, geçen hafta Varyant Yayınları'nın Genel Yayın Yönetmeni Nusrettin Özbay, 6 Şubat depreminde Adıyaman’da yaşamını yitiren doktor Mehmet Selim Şahin’in 'Uğultu' adlı şiir kitabını sundu bana. Duygulandım. 1975-76 yıllarında haberci olarak görev yaptığım sırada Diyarbakır’ın Lice, Van’ın Özalp, Muradiye ilçelerindeki depremleri anımsadım. Gördüklerimi, yaşadıklarımı ise hiç unutmadım.

                                               ***                                           

Uzman Dr. Mehmet Selim Şahin 1978 Adıyaman doğumlu. İstanbul Çapa Tıp Fakültesi'ni bitiren Şahin, bir çok ilde görev yapmış. Şiire de ilgi duyan, yazan Şahin’in şiirlerini kardeşleri derlemişler, Nusret de özveriyle bu kitabı yayımlamış. Ne diyor 'Eksik' şiirinde Şahin, onu dinleyelim: “Ne söylesem az/ Ne söylemsem çok/ Art arda sıralanmış üç nokta/ Doğum, hayat ve ölüm/ Kat kat örtüler altında/ Kalbin dokunduğu hakikat.”

Evet 6 Şubat depremi yıkımları, acıları, kirliliği, kalıntıları, korkularıyla uğultusunu sürdürüyor hâlâ!

                                                ***

Uğultular, gürültüler, kaygılı bekleyişler,  susmalarla hüznünü, kederini, acılarını yüzlerinde resimleyen, suskunluk fotoğraflarını yüreğimize kazıyan insanları düşünürken, kitaplığımın raflarında “susmayı, suskunluğu” kitaplarına ad yapan şairlerin kitapları çıktı karşıma.

Muzaffer Sarıgül “Sustukça Kanadı Dil” demiş. Hakan Cem’in “Çuvaldız sesim/ Derin battı dilime/ Söz sözü açtı.” dizeleriyle “Susmanın Ötesi”ni de anlatıyor.

Zübeyde Seven Turan’ın Susku da “Bir suskuydu tarihin yüreğine/ Çocukların belleğindeki masallar…” diyordu.

'Sus Dağı', Nigar Okyay’ın Arkadaş Z. Özger 2005 şiir ödülü alan kitabıydı, “dağın susarken/ denize aktığı sestesin/ aşk” demesinin bir anlamı vardı elbette. Susmanın da çığlığı olur mu demeyin. Şair ve romancı Saime Bircan Sak “Sus Çığlığı”nda Cumartesi annelerini sosyolojik, psikolojik ve insani boyutlarıyla anlatmıştı.

Özlem Tezcan Dertsiz “işbirlikçi çığırtkanlar çoktan döndü sırtını/ ömrüm; şu hayat resmî geçidinde/ sus şarkıları çalan bando takımı…”yla  Sus Şarkıları söylüyordu.

Şerif Tezgörenler 'Sus Çiçeği', Yıldız İlhan 'Sussesi' adını uygun görmüşlerdi kitaplarına.

Seval Arslan “Suskunluğun”u “her susuş gramersiz bir arya“ diyerek bozuyor, “soluk siyah bir sözcük, uğultulu bir kamçı”yı pusuda bekleyen eşkıyanın sırtına indiriyordu.

Mustafa Demircioğlu “Sus Kuşları”, Necdet Arslan “Susmalar”, Murat koçak “Kin Ve Susku”yla şiirin suskunluğunu değil; uğultusunu, derin sesini duyuruyorlar bize.

“İnsan ruhunu iki şey karartır: Susulacak yerde konuşmak ve konuşulacak yerde susmak” demiş Sadi Şirazi.

Susmanın da bir eylem olduğunu son sözüme ekleyerek, ben de susayım şimdi!..