Yalnızlık, insanlığın en eski ve en evrensel deneyimlerinden biri. Bebeklikten yaşlılığa kadar, hayatımızın her döneminde karşımıza çıkabilen, bazen misafir, bazen de hiç gitmeyen bir dost. Peki, bu yalnızlık hissi tam olarak nedir?

Yalnızlık, sadece fiziksel olarak tek başına olmak anlamına gelmez. Kalabalık bir odada bile derin bir yalnızlık hissedebiliriz. Aslında yalnızlık, bir bağlanma ve ait olma ihtiyacının karşılanamamasıdır. İnsanlar sosyal varlıklarız ve diğerleriyle bağlantı kurmaya, onaylanmaya ve sevilmeye ihtiyaç duyarız. Bu ihtiyaç karşılanmadığında yalnızlık duygusu ortaya çıkar.

Yalnızlık, hayatımızın en sessiz ama en derin yolculuklarından biri. Çoğumuz için zaman zaman kaçınılmaz, hatta bazılarımız için bir yaşam biçimi. Peki, yalnızlık denince neden genellikle iç burkan bir duygu canlanır? Aslında yalnızlık, kimisi için kendini keşfetmenin, içsel bir huzuru bulmanın kapısı, kimisi içinse bir oluşmuş bir eksiklik.  Çoğu insan yalnız kalmaktan çekinir. Tek başına bir akşam yemeği, koca bir hafta sonu ya da bir tatil planı fikri bile birçok kişi için kötüdür. Bunun bir nedeni belki de sosyal medyadır. Herkes eğlenceli anlarını, arkadaş gruplarını, kalabalık sofralarını paylaşıyor. Peki ya yalnızlık? O hiç paylaşılmıyor.

Ancak yalnızlık, ne kalabalıklardan kaçmak ne de başkaları olmadan yaşanamayacak kadar bağımlı olmaktır. Yalnızlık, aslında kendi içine dönmenin, hayatı başka bir açıdan görmenin ve sessizliğin içinde kendi günlük cevapları bulmanın fırsatıdır.

Yalnızken, kimlerin ayrıntılarını en çıplak şekilde görürüz. Başkalarının varlığı ya da etkisi olmadan, özümüzle başbaşa kalırız. İşte bu yüzden yalnızlık, belki de kendimizi bulmamız için bir kapıdır. Günlük hayatın koşuşturmacasında, olaylarla ilgili ya da sosyal ortamın peşinde kendimizi unuttuğumuzu fark etmek bile bazen yalnızlık durumları gerektirir. Sessizliğin içinde yanıtları ararız.Yalnızlık, aslında zayıflık değil; güçtür. İnsan, yalnız kaldığında kendine yetmeyi öğrenir.