Yanılsama, bir nesneyi, bir kavramı, bir olayı, vb. olduğundan değişik görmeye dayanan yanılgıdır, yani bir algı sapmasıdır. Olay kişinin kendi yanılgısından ya da dış etkenlerden kaynaklanabilir: Birinci durumda yanılsama, ikincisinde yanılsatma söz konusudur, diyebiliriz. (1)
Örneğin, son yıllarda sık sık kullanılan “algı operasyonu” deyimi, birilerinin bir gerçeği saptırarak, kendi yararına, karşıtlarının zararına toplumun algısını istedikleri gibi değiştirme: yanıltma yordamında olduğu gibi.
Özellikle siyasal iletişimlerde bu ikinci yola başvurmak, mesleğin temel “racon”udur. Öyle ki, “algı operasyonu”yla karayı ak, akı kara göstermek işten bile değildir. Bu bir tür toplumu manipüle etme, yani kitleleri dilediğince kullanma, dilediği davranışa yöneltme ya da doğru davranışı önleme yordamıdır.
Yanılsatma, illüzyon adı altında çok süregelen beri süregelen bir meslektir. Bu mesleği yapanlara illüzyonist deniyor: Ancak siyasal alandaki yanılsatma ile mesleksel yanılsatma aynı şey değildir: Birincisinde tam bir sahtekarlık, ikincisinde bir tür sanatsal gösteri vardır. Örneğin Zati Sungur, çok saygıdeğer bir kimlikle çıkıyordu insanların karşısına: Başlarken, herkesin önünde herkesin bildiği maskesini takar, bitirirken de yine herkesin önünde o maskeyi çıkararak halkı selamlardı; tıpkı tiyatro oyuncularının oyun sonunda topluca sahneye çıkıp izleyicilerini insan gerçekliğiyle selamladıkları gibi….
Aydınlanma devrimlerini tam olarak gerçekleştirmiş ve olağan yaşam biçimine dönüştürmüş toplumlarda yanılsa(t)ma olabildiğince aza indirilmiş, özgürlüklerse olabildiğince güvenceye alınmıştır. Çünkü bu düzeye erişmiş ('irfanı hür, vicdanı hür’) bir toplumun bireyleri, edimlerini kendi bilinç ve algılarına göre gerçekleştirir.
Ne var ki gelişmiş toplumlarda da, güdülenme bütünüyle sona ermiş değildir. Çünkü usa ve bilince karşı savaş açanların güdüleme araçları ve yöntemleri de alabildiğine geliştirilmektedir. Kısacası son bireyine değin, toplumun böylesi engellerden bütünüyle arındırılması bir düştür, ütopya’dır.

*
Birinci tür yanılgıya, yani yanılsama’ya en belirgin örnek ünlü İspanyol yazarı Cervartes’in Don Kişot adlı romanıdır. Bu yapıt, Batı toplumunun Kilise’den bağımsızlaşmaya başladığı döneme raslar.
Derler ki Ortaçağ sonlarına doğru, tahtta Kilise baskısına fazla aldırmayan bir kral oturuyormuş. Bu kralın Philippe le Bel olduğunu öne sürenler var. Dönemin birkaç aydın insanı, laik bir üniversite kurma denemesine girişirler. Bu amaçla Saray’a başvururlar. Kral öneriyi sıcak karşılayarak böyle bir girişime “destek” sözü verir.. Oradan büyük bir mutluluk ve umutla ayrılan aydınlar, herhangi bir somut girişimde bulunmadan önce, Kralın olası desteğini beklerler. Ama aylar geçmesine karşın böyle bir belirti olmayınca, utana sıkıla yeniden Saray’a çıkarlar ve öneriyi anımsatırlar: “Yüce Kral, kurmak istediğimiz üniversite için bize destek sözü vermiştiniz. Ancak bunca zaman geçti, ne yer gösteren, ne de duvar taşı getiren oldu …” derken Kral sözlerini keser ve “Bakın baylar, siz beni yanlış anlamışsınız. Bir yapı için taş gerekebilir, ama bir üniversite için benim anladığım taşlar öncelikle ‘canlı taşlar’dır, o taşlar da ‘insanlar’dır. (2) Size verebileceğim destek de, bu girişiminize yönelik Kilise baskısını önlemektir. Gerisi size kalmış” der.
İşte böyle bir çıkış Batıda Rönesans ve Reform’un tanyerini ağartan kıvılcımlardan birisi sayılabilir...
İspanyol yazar Cervantes’in ünlü yapıtı Don Kişot (3), bütünüyle düşlemsel bir öyküler dizisidir: Her olay, her oluntu bir ya da birkaç yanılsamaya dayanır. Çünkü şövalyeliğin çoktan tarihe karıştığı bir çağda, şövalyelik yapmaya kalkışmıştır: Kitabın yayın tarihi 1605, Batı’daki klasik çağın başına, yani Rönesans ve Reform’u izleyen döneme raslar. Yüzyıllar sürmüş Hıristiyanlığın Ortaçağ bağnazlığı ve Kilise’nin acımasız baskısı çoktan sona ermiştir, Bundan sonraki ilk sorun, usun ve bilimsel düşüncenin öne çıkarılması, (17. yy.), ikincisi buyurganlığın sona erdirilmesi ve özgürlüklerin güvence altına alınmasıdır.(18.yy)...

 

(1) Okurlar beni bağışlasınlar, bu kavramları ancak böyle yeni sayılabilecek terimlerle anlatabiliyorum. Yoksa yeni terim düşkünlüğünden ben de pek hoşlanmam.

(2) Burada Kralın oynadığı sözcük oyunu şöyle: Fransızcada pierre vive biçimindeki deyim iki anlama gelir: Birincisi canlı taş, ikincisi, üstü sıvanmamış, boyanmamış açık duvar taşı. Kral aynı deyimi ikinci anlamında kullanır, “canlı” sıfatıyla da insan anlamı yüksel ona.

(3) Yapıtın özgün adı, El ingenioso hidalgo don quijote de la Mancha’dır (Akıl dehası, soylu Şövalye Manchalı Don Kişot). Oysa uçuğun tekidir Don Kişot; gerçek adı da daha çok köylülerin kullandığı Lorenzo'dur. Bu savaşımların kazanılması sonucunda insan, kendi türünün doğasına en uygun yaşam koşullarına ulaşmalıydı. Öyle de oldu.