Bugün 2024 yılı son ayının takvim yapraklarında kalan son beş günü. Şehrimizin dört bir köşesinde bir telaş ki, sormayın gitsin! Vitrinler, sokaklar, evlerimiz yılların alışkanlığı ile "Güle güle 2024, hoş geldin 2025" yazıları ile süslenmeye hazırlanıyor.
İşte bunun için "sormayın gitsin" diyemeyeceğim. Çünkü nasıl geçtiği malum; Kan, gözyaşı, yolsuzluk, hırsızlık, deprem, orman yangınları, hatta giderayak Balıkesir'de bir patlayıcı madde fabrikası da patlama ve yangın çok cana mal oldu Vs ... 2024'ün ardından "Nasıl geçti o güzelim yıl" demek isterdik... Evet, hak, hukuk, adalet adeta hak getire diyenleri yazılı-sözlü ve görüntülü basından gördükten sonra bana düşen de çocukluğumun alışkanlığı ile bu yazıma: yukarıdaki başlığı atmak kaldı. İsterseniz, canınızı sıkmadan çocukluk günlerimdeki heyecanla yazıma başlayayım:
Yeni yıla merhaba, hoş geldin 2025...
Çocukluğumdan beri yeni yılı merakla beklerdim. Çocukça bir sevinçle karşılardık. Farklı olurdu her şey. Yemekler kaç gün önceden hazırlanırdı. Zengin bir sofrayla karşılardık yeni yılı. Sofranın ana yemeği tavuk olurdu. Davetlerin vaz geçilmeziydi. Günümüzde o kadar çoğaldığına bakmayın. O yıllarda daha az tüketilirdi ama tavuklar da tavuktu ha. Sapsarı yağı yemeğin tiridine karışır, üstünü kaplardı. Nasıl da gözümün önünde tütüyor o yıllar...
Günümüzde daha ışıltılı oluyor yeni yılları daha bir farklı karşılıyoruz. O yıllarda böyle ışıltılı olduğunu sanmıyorum. Radyomuz vardı, tombala olmasa olmazdı. Büyüklerimiz milli piyangoyu beklerlerdi. Dünya devletleri daha bir ışıltıyla karşılıyorlar yeni yılı. Bilgisayar o ülkeleri evimizin içine getiriyor. Noel pazarlarını izlemeye bayılıyorum. O ışıltıları izlemek beni düşler dünyasına götürüyor. İzlemenizi öneririm. Onların görüşlerine saygı duyarak Noel telaşını, alış verişini, küçücük büfelerde sıcak şarap içen kişilerin mutluluğuna ekran karşısında katılıyorum.
Geçmiş yıllardaki heyecanı göremiyorum artık. Gözlük camlarımı yeni değiştirdim. Sevinçlerimizi, mutlulukları görmekte neden zorlanıyorum. Sizlerde de aynı şey var mı bilmiyorum. Piyango satıcılarının önünde bile toplulukları göremedim. İnsanları günü kurtarmak için günlük ödenilen ikramiyeli olan şans oyunlarında şanslarını deniyorlar ama kaybediyorlardı.
Yeni Yıl denilice benim değerli kardeşim Savaş Ünlü'nün bir kitabı geliyor aklıma. Noel Baba Olacağım, adlı kitabını imzalayıp vermişti. Gerçi tüm kitapları vardır bende imzalı olarak. Hepsini de keyifle okumuştum. Çocuklarım okumuştu, şimdi de torunlarmız okuyorlar. Öykü kahramanı Kerim insanlara yardımcı olmayı seven, onları sevindirmekten mutlu olan bir çocuktur. Yeni yıl zamanı yaklaşınca bir mağazaya gider. Sahibinden orada Noel Baba olarak görev yapmak istediğini söyler. Mağazaya gelen çocuklara küçük armağanlar verip onları sevindirecektir. Tamam olur, cevabını alınca Kerimlerin evinde bir telaş başlar. Annesi, ninesi ona bir Noel Baba giysisi dikerler. Kerim çalışmaya başlar, tüm çocukları mutlu eder. Yeni yıla çocukların mutlu girmelerine katkı sağlar. Kitaptaki tarihe bakıyorum, günümüzden 30 yıl önce kaleme alınmış.
Kitabı tekrar okudum. Divanlı koltukta uykuya dalıp gitmişim. Düşümde Nasrettin Hoca'yı gördüm. Eşeğine atlamış, gidiyordu. Eşeğinde düz oturmuştu. Seslendim, Hocam nereye böyle? Nasrettin Hoca'nın yüzünü bir hüzün bulutu sarıverdi. Beyşehir'e gidiyorum evlat? Akşehir'den Beyşehir'e yolculuğunuzun nedenini sormak isterim. Hoca'nın yüzünde acı bir gülümseme belirdi. Eşeğinden indi. Yanına çağırdı. Gittim, bir ağacın gölgesine oturduk. Daha konuşmaya başlamdan ben söze girdim. Hocam sizi eşeğe ters biner bilirdik. Baktım düz binmişsiniz? Nasrettin Hoca gülümsedi. Evlat, sürekli ters binmem ki bir kez bindim, dünya tanıdı beni. Bir köye davetliydim. Beni çok iyi ağırladılar. Ayrılırken eşeğe ters binip el sallayarak köyden ayrıldım. Demesinler istedim, yedi içti sırtını döndü gidiyor. İşte bu yüzden ters binmiştim eşeğime, belleklere yerleşti o binişim. Bizler eşeğe ters binsek de düzgün, doğru işler yaptık yaşam boyu. Bu böyle bilinsin...
Bir ara sustuk. Ne iş yaparsın evlat, dedi. Gazeteciyim, dedim. Desene işimiz zor, dedi. Nasrettin Hoca da gazeteciliğe başlamış. Amatörce yazıyormuş, ancak artık gazetelerde yazmanın kolay olmadığını söyledi. Söylerken de sesi titriyordu. Dokunsam ağlayacaktı. Gazeteye yazarken çok zorlanıyormuş. Şunu yazsam suç sayarlar mı, bunu yazsam alınırlar mı, diye epey zorlanıyormuş. Bakmış ki kendini çok yoruyor, otosansür kendisini epey hırpalıyor, suya yazmaya karar vermiş. Bu yüzden de Beyşehir'e gidiyormuş. Akşehir'de yoğurt mayası çaldığı göl çöle dönüşmüş. O da suya yazmayı Beyşehir Gölü'nde sürdürecekmiş. Dayanamayıp sordum. Hocam suya yazdığınızı kimse okuyamayacak ki, nasıl iş anlayamadım. Olsun evlat, ben yazarak rahatlayacağım. Halik anlamazsa balik anlayacak, hiç olmazsa... Bu yaştan sonra soruşturmalarla mı uğraşacağım. Düşünsenize dünyanın tanıdığı Nasrettin Hoca mahkeme salonlarında sürünecek. Bunu kabul edemem. Bünyem o kadar yorgunluğu kaldıramaz. Gerçekten sen de ben de zor bir mesleği seçmişiz. Ne yazsan suç, bu olacak şey mi? İçimde kötü düşüncenin kırıntısı yoktur. Hep güzellikten, iyilikten yana olduğumu fıkralarım gösterir.
Bir ara durdu, acaba fıkralarım da suç unsuru bulurlar mı, dedi. En iyisi ben onları gözden geçireyim...
Gözden kayboldu. Ter içinde yerimden fırladım. Oh be ! Düş görmüşüm. Yerimden doğruldum, acaba bir şey yazmasam mı diye bir korku sardı beni. Köşesi boş bir sütunla çıkmaz, 86 yaşında birine yakışmazdı. Ne yapmam gerektiğini düşünmem için birkaç günüm vardı. Ha sahi bu arada, unutmadan, ben yine de yeni yılınızı kutlayayım, dedim. 2025 yılı gönlünüzce bir yıl olsun. Olur mu acaba...