Yüz yıl, iki gün önce 26 Ağustos 1922’de Kocatepe’den top ateşleri ile başlayan Büyük Taarruz, 30 Ağustos’ta ‘Zafer’ ile sonlanmış, ‘İstiklal’ yani ‘Bağımsızlık’ savaşımızın başarı ile son bulmasını, ‘Kurtuluş’umuzu sağlamıştı. Savaştaki asıl düşmanımız Yunanistan değil, başta İngiltere, emperyal ülkelerdi. Bugün başka bir ülkenin boyunduruğu altında yaşamıyor olmamızı, bu ‘Zafer’e borçluyuz.

Mustafa Kemal Atatürk’ün ‘Zafer’i sağlayan askeri dehası yerine, onun antiemperyalist ve barışçı sentezini anlatmaya çalışacağım. Atatürkçü olmanın olmazsa olmaz ilk koşulunun ‘antiemperyalist olmak’ olduğunu söyleyen Devrim Şehidimiz Uğur Mumcu’ya katılıyor ve ekliyorum: Atatürkçü olmanın ikinci koşulu da ‘barışçı’ olmaktır.


“Milletin hayatı tehlikeye maruz kalmadıkça savaş bir cinayettir” diyen Atatürk, dost olduğu Amerikalı gazeteci yazar Gladys Baker’a bakın ne demiş: “Her gece, bütün zaferlerimin en büyüğünden sonraki gece bile, derin bir üzüntü duydum. Bütün savaş meydanlarında vefat eden tüm askerleri düşündüm. Halkıma yalnızca bir slogan bırakmak zorunda kalsaydım, şu olurdu; ‘Yurtta Barış ve Dünyada Barış’”

‘Zafer’ sadece topla tüfekle kazanılmamıştır, Mustafa Kemal’in vizyonu, kalemi ve sözleri, kurduğu olumlu ilişkiler toplardan ve tüfeklerden çok daha etkili olmuştur. Atatürk bir antiemperyalistti ve sömürülen ülkelerin emperyal güçlere başkaldırarak bağımsızlıklarını kazanmalarından yanaydı. Lenin’e yazdığı iki mektup, Sovyet Rusya ile ilişkileri derinden etkileyerek ‘Zafer’in kazanılmasında büyük rol oynamıştır. İlki Ankara’da Meclis’in açılışından sadece üç gün sonra 26 Nisan 1920 tarihinde kaleme alındı. “Evvela, milli topraklarımızı işgal altında bulunduran emperyalist kuvvetleri kovmak ve gelecekte emperyalizm aleyhine vuku bulacak ortak mücadeleler” için altın, cephane ve savaş yardım malzemeleri isteniyordu. Görüşmeler olumlu sonuç verdi ve Sovyetler Birliği, İnebolu’ya tam 300 bin ton cephane ve silah gönderdi. 4 Ocak 1922’de gönderdiği ikinci mektupta ise Türkiye ile “son birkaç ayın Rusya’sı” arasındaki benzerliğin ‘kapitalizm ve emperyalizme karşı mücadelede yattığını’ belirtmiş ve “Sizi temin ederim ki, Sovyet Rusya’ya karşı doğrudan veya dolaylı olarak asla hiçbir anlaşmaya ve ittifaka dahil olmayacağız” diyerek söz vermiştir. Mustafa Kemal’in “Gözüm Sakarya’da, Dumlupınar’da, kulağım İnebolu’da” sözleri, ‘Zafer’in kazanılmasında Sovyet yardımlarının önemini kanıtlar.


Atatürk, savaş sonrasında Büyükelçi Percy Loraine aracılığı ile İngiltere’yle, Başbakan Venizelos aracılığı ile Yunanistan’la dostluk ve barış adına köprüler kurmuştur. ‘Zafer’in üzerinden sadece 8 yıl geçtiğinde, 30 Ağustos 1930 Zafer Bayramı töreninde protokol tribününde Atatürk’ün sağ yanında Yunan Başbakanı Venizelos oturuyor ve Türk askerini alkışlıyordu. 1933’te Venizelos’un yerine başbakan olan Panagis Tsaldaris ile ilişkiler geliştirilip, 14 Eylül 1933’te Samimi Misak imzalandığında, iki ülke arasında gümrük birliği kurulması, ardından siyasi bir birliğe doğru adımlar atılması bile gündeme gelmiş, 12 Ocak 1934 tarihli bir mektupla Venizelos, Atatürk’ü Nobel Barış Ödülü’ne aday göstermişti. Kissinger ve Obama’ya bile verilen ödülün Atatürk’e verilmeyiş nedeni, bence Atatürk’ün antiemperyalist olmasıdır.


Bugün emperyal güçler 100 yıl önce olduğu gibi çıkarları uğruna Türkiye ve Yunanistan’ın arasını açmaya uğraşıyorlar. Türkiye’nin Atatürk, Yunanistan’ın Venizelos çizgisinde liderlere gereksinimi var, sorunların çözülmesi için. Her iki ülkenin çıkarları doğrultusunda, özellikle ticaret ve turizm, hatta sanat alanlarında işbirlikleri geliştirilir, askeri harcamalar düşürülürse, halkların refahı yükselecektir.

Bir Atatürkçü olarak önümüzdeki dönemde Türk-Yunan dostluğunu geliştirmek için çalışmaya karar verdim. Yakında Yunanistan İzmir Başkonsolosu Sayın Despoina Balkiza’dan randevu talep ederek, işe başlayacağım.