Fazla iletişim acaba göz mü çıkarıyor? Öyle ki dizi, TV falan izlemesek mi ne? Neyi de izlesek haberlerde de onu bulmaya başladık. Bu satırları yazarken Suriye’de savaşa girmek üzereyiz ve ölümcül korona virüs Covid-19 vakaları sınırlarımıza yakın olarak yaşanmaya başladı. Hepimizin hayatı “Ölümcül Deney” filmi veya The Walking Dead dizisinin bir sahnesine dönmek üzereyken konsantre olup hayatın geri kalanına odaklanmakta çok zor. Daha büyük zorluk ise mental sağlığımızı yerinde tutmak olmaya başladı. Hayatınızda daha önce ölçülü tepkiler vermeye başladığınız olaylara bugün değişik tepkiler vermeye daha kötüsü hiç tepki vermemeye başlamışsanız günümüzün “normal” bir insanı olmaya başlamışsınız demektir.
Yine de antidepresanlar ile durumunuzu daha kötü hale getirmeden önce şunları bilmek gerek. Öncelikle korona virüs gibi ölümcül hastalık vakaları yeni bir olgu değil. Korona virüs 1950’lerde tanımlanmış olsa da solunum yoluyla havadan bulaşan virüslerin diğer aile üyeleri de geçmişte daha ölümcül sonuçlara neden olmuşlardı. H1N1 virüsü olarak bilinen İspanyol gribi 1918-1920 yılları arasında 50 ila 100 milyon insanın doğrudan veya dolaylı ölümüne sebep olmuştu. Bu o sıralarda yaşanan 1. Dünya savaşında yaşanılan sivil ve asker kayıplarının neredeyse 10-20 katına denk geliyordu. O günlerde biri, yaklaşık 6 bin kişinin öldüğü 1. Dünya Savaşın’dan kurtulduysa, üzerine bir de ölümcül grip ile savaşması gerekmişti. Ama hepsini atlatıp tam kurtuldum diyen o kişi 2. Dünya Savaşı’nda hayatını kaybetmişte olabilir. Zira o savaşta da 1. Dünya Savaşının yaklaşık 10 katı, 50-60 milyon insan hayatını kaybetti. 1900’lü yıllardan öncesine zaten gitmeyelim. Şimdi basit bir diş iltihabı olarak adlandırılan enfeksiyonların, insanın 20’li yaşların da bile hayat kaybı nedeni olduğu yıllar, sanırım insanlar için çok ta kolay yıllar değildi. Genel olarak bakıldığında geçmiş yıllarda dünya çok daha zorlu bir yerdi.
Peki geçmişi bu kadar vahşi ve zorluklar ile dolu iken anne ve babalarımız (istisnalar hariç) daha vakur ve sakin kalabildi. Cevap basit, çünkü iletişim teknolojisi bu kadar yaygın ve gelişmiş değildi. Koca bir ülke hastalıktan veya savaştan yok olsa insanların ancak 2-3 ay sonra haberleri oluyordu. O haberi de ancak bir iki fotoğraf ve yorum ile okuyabiliyorlardı.
Şimdiki Covid-19 vakasının kat be kat versiyonu 1919-1920’lerde yaşandığında hastalığın tanımlaması bile yıllar sonra yapıldı. O dönemde internet olsa idi, dedelerimiz ,yaşadıkları haber travmasından kaynaklı, ömürlerinin geri kalan yıllarında, yanlarında biri hapşırsa deli gibi sağa sola koşmaya başlarlardı.
Anlayacağınız gibi, iletişim teknolojilerinin bu kadar ilerlemesi, insan zihninde, felaketlerin insan bedeninde yaşatacağı tahribatın çok daha fazlasını yapıyor.
Öte yandan iletişimin bu denli artmasının, anksitiye (endişe hastalığı) hastalarının çoğalmasına yaptığı büyük katkının yanında çok daha iyi bir şeye sebepte oldu. Farkındalık.
İletişim bombardımanı yüzünden çevremizde delirdiğini düşündüğümüz insanların sayısı artsa da geri kalan insanlar, geçmiş yıllara göre felaketlere önlem alma konusunda daha etkin çalışıyorlar. Hatta belki biraz da atalarımıza göre daha olması gereken insan gibi davranıyoruz. Vicdanımız bile az biraz gelişiyor.
Ancak her gün daha da fazla yaklaşan ve büyüyen tehlikelerin gerçekleşmesi ve o gelişmeleri ileten iletişim kanallarının çokluğu ve abartısı sebebi ile bu farkındalığın bir anda paniğe dönmesi de çok muhtemel. Öyle bir anda haberdar olmanın verdiği tüm iyi taraflar bir anda silinecek. Ve insanlar çok daha agresif ve vahşi olacaklar. Bunu tahmin etmek için kahin de olmaya gerek yok. Umarım virüsler, savaşlar vb. çok olaylar daha da kötüleşmez ve bu seneyi de atlatabiliriz.
Bir optimist olarak işin iyi tarafına bakın. Hem zihinsel hem fiziksel olarak giderek çok daha zorlayıcı bir yıl olacağı bariz 2020’yi atlatabilirseniz, çocuklarınıza, torunlarınıza şunu rahatlıkla diyebilirsiniz. “Hey dostum sakin ol, önce kimin ile uğraştığına dikkat et, ben 2020’den sağ çıktım!”