Cumhurbaşkanı Eşref Gani’nin ülkeyi terketmesi ile Afganistan’da yeni dönem başladı. Amerika dahil tüm ülkeler bunu bekliyordu ama bu kadar çabuk değil. Onların ajandasına göre yıl sonuna doğru. Bu da dünyada egemen güç olarak görülen ülkelerin perspektif ve  öngörüsü hakkında bizlere ipuçları veriyor!

Bundan sonrası Taliban'ın, Afganistan İslam Emirliği'ni ilan etmesi olacak kuşkusuz. Gelişmeleri tüm dünya takip edecek. Çünkü Afganistan, jeopolitik ve jeostratejik olarak çok önemli bir ülke. Orta Asya ve Orta Doğu dediniz mi tam coğrafi girişinde, Çin-Hint ve İslam kültürünün kavşağında. Zaten bu özellikleri yüzünden milattan önceden, Büyük İskender zamanından beri hep hedef ülke halinde. Son 300 yıl İngiltere, Rusya ve ABD’nin nüfus siyasetlerinin göbeğinde yer aldı. İngiltere hegemonyasından bağımsızlığını kazanmadan önce, yani 1756-1763 savaşları öncesinde de Fransa'nın işgalinde idi. Gerçi bu dönemde Ahmet Şah Dürrani (1747-1792) zamanında tek bir bayrak altındaki Afganistan’ın, Hindistan’ı defalarca istilaya teşebbüs ettiğini de tarihler yazdı! Ünlü Napolyon’un 1763’te kaybettiği Hindistan’ı geri almak için 1807 yılında Ruslara, Fransız ve Rus birliklerinden meydana gelecek bir ordu ile Kafkaslar ve İran üzerinden girerek, İngilizleri Hindistan’dan defetme stratejisi için çok çalıştığını da burada ekleyelim. Tüm bu eylemlerin temelinde yatan strateji ya da bilinen tanımlama ile ‘büyük oyun’, Rusya’nın sıcak sulara inme, İngiltere ve Fransa’nın da Hindistan istilasını devam ettirme planları idi.

***

1918 yılında “dünyadaki tek bağımsız Müslüman ülkenin lideri” olarak Lenin tarafından övülen ve Afganistan’a bağımsızlığını kazandıran Emanullah Han, ülkeyi hızla modernleştirmeye çalıştı. Türkiye Cumhuriyeti'ni ilk tanıyan ülke olmuş, 1928 yılında ülkemizi ziyaret ederek Atatürk ile işbirliği ve dostluk antlaşması imzalamış, 1937 yılında da bölge ülkelerini kapsayan Sadabat Paktı hayata geçirilmiştir. 1952 yılında NATO’ya üye olmamıza kadar giden süreçte, başta askeri eğitim olmak üzere çok katmanlı olan ilişkiler, NATO sonrası Afganistan’ın askeri öğrencilerini Sovyet Harp Okulları'na yöneltmesi ve kabaca özetlemek gerekirse de Sovyet nüfusunun askeri ve ekonomik olarak giderek arttırmasına ve sonuçta da bizzat darbe ile başa getirdikleri Devlet Başkanı Babrak Karmal’ın daveti ile SSCB’nin 27 Aralık 1979 yılında 85 bin kişilik bir orduyla, Afganistan’ı karadan ve havadan işgal etmesi takip etti. Ardından ABD patentli, SSCB’yi kuşatan ‘Yeşil Kuşak’ projesi ve Dar-ul Ulum Medresesi, Cemaat-ı Ulema-yı Hind ve Aligarh Müslüman Üniversitesi'nden (1898) köken alan ve tarihi 19. yüzyıla kadar giden Taliban orijinli süreç izlenmeye başlandı. Nitekim, bugünlerde gördüğümüze benzer şekilde, iç savaş koşullarında, o zamanın Pakistan Başbakanı Benazir Butto'nun (Şubat 1995) Taliban’ı resmen tanıması, devam eden üç haftada Taliban’ın, 31 vilayetin 12’sini ele geçirerek Afganistan’ın en büyük gücü konumuna gelmesi ve Kabil’in kapılarına dayanması söz konusu olmuştu!

***

11 Eylül 2001’den sonra ABD, kendi değerlendirmeleri kapsamında terörist unsurlara ‘savaş ilanı’nı deklare etti ve listenin başına da Usame Bin Ladin, El Kaide terör örgütü ve Taliban rejimi'ni koydu. İngiltere ile birlikte Afganistan’daki Taliban rejimine bir askeri operasyon başlattı, kısa süre içinde Taliban rejimini yıkarak Afganistan’ı kontrol altına aldı. Yani geçen 20 yıla rağmen sonuçta Afganistan aynı rejim ile tarih sahnesinde!

Sonuçta halen emperyalist stratejistlerin 'Afganistan’a hakim olan Çin ve Orta Asya’ya dolayısı ile Dünyaya hakim olur' gibi doğmatik teorileri bir yana bırakılarak, tüm dünyanın birlik ve beraberlik içinde, ortak geleceğe adım atarak, habitat daralması, küresel iklim değişiklikleri ve pandemi dahil küresel krizlerlerin çözümüne odaklanmalarını beklemek hayal mı olur bilemiyorum ama bir tür ‘siyasi deja vu’ şeklinde yaşanan Afganistan’ın son 20 yılından ders çıkartılmazsa, dünyanın siyasi geleceğini torpilleme potansiyeline davetiye çıkarılacaktır ne yazık ki!