Mart ayı, dert ayı idi eskiden. Mart, ayların çingenesidir, diyenleri de duydum.
“Mart dokuzunda çıra yak, bağ buda; Mart kapıdan baktırır, kazma kürek yaktırır;
Mart yağar, nisan övünür; nisan yağar, insan övünür” atasözleri de unutmadıklarımızdır.
En unutmadığın Mart hangisidir derseniz; derim ki 12 Mart 1971 ve sonrası…
***
12 Mart 1971 gününü unutmam olanaklı mı?
Yaşım 25. Ankara’da Milli Eğitim Bakanlığı’nda memurum. Yedek Subaylık için sınava girmişim, yerim belirlenmiş; Polatlı Topçu Okulu. Nisan’da teslim olacağız.
Tam o sırada Askerler Süleyman Demirel yönetimindeki Hükümete uyarı metni yayınladı. Demirel Hükümeti istifa etti.
Nisan 1971’de resmen askerlik görevim başlamış olacaktı. O günlerde yaşananları yaşayanlar da unutmaz elbette.
1972 Eylül ayına dek askerlik görevim sürdü. İstanbul’da 1.Ordu Komutanı Faik Türün, ortalığı titretiyordu. Ben de Keşan’daydım. Sola, aydınlanmaya, ilerici tüm gelişmelere karşı, baskıcı bir generaldi! Türün, tüm “Devrim” dergisi yazarlarını Ziverbey Köşkü’nde MİT aracılığıyla sorguya çektirdi, işkencelerden geçirtti!
***
Bugün yine günlerden 12 Mart!
Tam 54 yıl geçmiş aradan. 12 Mart 1971’de oluşturulan yapı, ülkedeki iç karışıklıkları düzelteceği savıyla ortaya çıkmış; ancak sivil siyasete darbe vurarak 1961 Anayasası’nın özgürlükçü yapısını büyük ölçüde daraltmıştır.
Süleyman Demirel'in istifa etmek zorunda kaldığı bu süreçte Türkiye, "ara rejim!" dönemine girdi. Tutuklamalar, baskılar, sürgünler, işkenceler de bu yıllarda yoğunlaştı. Temel hak ve özgürlükler ağır yara aldı.
Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan, 6 Mayıs 1972'de idam edildi.
***
Kuşkusuz gözaltılar, tutuklanmalar, hapisler, hücreler, işkenceler her insan için acılar, çığlıklar, ayrılıklar, yalnızlıklar, kederler barındırır içinde.
Şairler, yazarlar, sanatçılar, aydınlar, basın emekçileri bu süreci bir başka yazarlar, anlatırlar, şiirlerle dokurlar, yansıtırlar.
Attila İlhan da 1971 muhtırasının ardından yaşananları, 1940 Acılı Kuşağının Toplumcu Gerçekçi şair ve yazarların, siyasal suçlardan dolayı uğradıkları baskıyla birlikte düşünülmesini ister.
Bu iki dönemi yaşananların benzerliğiyle birbiriyle ilişkilendirir ve der ki: “12 Mart karanlığı ile 40 karanlığı bence şu saptamayı yapma olanağı verdiği için ilginç: 12 Mart karanlığı ile ilgili şiirler tıpkı 40 yıllarındaki baskıya karşı yazdıklarımız gibi kapalı, dolaylı, simgesel şeyler oluyor.
Buna karşılık 12 Mart sonrasında 40 karanlığını daha açık, daha adlı adınca anlatabiliyoruz.”
Tutuklunun Günlüğü, Attilâ İlhan’ın önemli yapıtlarından biridir. Birçok şiirinde olduğu gibi anlatımcı biçemle, belli bir kurgu içinde, olay örgüsüne bağlı olarak yazılmış şiirlerden oluşur.
Hapishanede bulunan bir mahkûmun yaşadıklarını onun ağzından aktarır.
Attila İlhan’ı anmışken, ünlü “Mahur Beste” şiirinin de yer aldığı ‘Tutuklunun Günlüğü”nden dizelere dokunalım isterim:
elektrik elletirler kıvılcım yalatırlar / tuzruhu damlatırlar kulak boşluğuna / çekip alınlar kerpetenle tırnaklarını /öğrenmek istedikleri aslında bildikleridir / geceleri rüyalarına girip uykularını kaçıran
insanın insanı soyduğu derisini yüzdüğü
(…)
mahcup yaseminler son balkonların süsü / özgürlük özlemleridir genişletir gönlümüzü / savcılar ağır sürgünlerden yankılansa da
bir yer gelir ki artık ne savunma içgüdüsü / ne heyecandır kalır ne de yürek üzüntüsü / yalnız bir daktilo çıplak bir masada / toplumcularız karakollarda açtık gözümüzü / verirse halklar verir tarihte hükmümüzü
gizli de yargılansak 3.ağırceza’da