Akbelen’de bir doğa katliamı yaşanıyor! Evet doğa katliamı çünkü kesilen sadece ağaçlar değil!
Bu bilinçle köy kültürü en derinden zede alıyor, köylü bir kadının ağaca sarıldığı o fotoğraf yaşanan dramın en somut göstergesidir!
Muğla’nın İkizköy mahallesinde bulunan Akbelen’de neler oluyor? Konuyu daha derinlemesine anlamak için Siyasi Ekoloji alanında çalışan, ‘Siyasi Ekoloji’ kitabı derlemesiyle bize önemli mesajlar veren Akademisyen Doç. Dr. Hakan Yurdanur’la geçtiğimiz ay bir araya gelmiştik. Nedir siyasi ekoloji diye sormuştuk. Kitapta siyasi ekoloji alanının piri Özgür Üniversite Başkanı Doç. Dr. Fikret Başkaya olmak üzere çok önemli isimlerin fikirleri yer alıyor. Yurdanur Hoca’yla bu kez Akbelen’i konuştuk.
***
Akademisyen Yurdanur’la görüştüğümüz haziran ayı başlarında Türkiye, seçimleri geride bırakmıştı ve yine bir doğa talanı yaşanıyordu. Bu kez adres Samsun’du… Ve bugün Akbelen’de yaşanan katliama Samsun’dan destek geldiği haberlerini okuyoruz. Samsun Çevre Platformu Akbelen’e destek açıklaması yaptı. Akbelen’de yaşayanlar ormanlarını köylerini kömüre teslim etmek istemiyor, bu yüzden direniyorlar. Tarım arazileri talan edilirken direniryorlar ve gözaltıları ve sert müdahalelerle karşılaşıyorlar. Bir tek ağaçlar mı ormanlarda yaşayan hayvanlarının öldürülmesine karşı direniyorlarlar! Samsun’dan gelen destek mesajında Kavak Şahin Dağlarına, Tekkeköy ve Çarşamba Ovası’na dikkat çekildi. Aynı dertten muzdarip olan insanlar kenetlenirken bu yaşananan kötülüklerle mücadele nasıl olacak sorusunun cevabını ise Yurdanur verdi.
***
Şimdi yazımda Akademisyen Yurdanur’a söz vermek istiyorum. ‘Ormansız Orman Kanunları’ diyerek söze başlayan Yurdanur, “Kuzeyden güneye , doğudan batıya her ortamıyla kesiliyoruz, yanıyoruz , yakılıyoruz , yok ediliyoruz. Yanan ormanın sadece orman olmadığını , insan - doğa ilişkisinde kültürel , tarihsel değerlerinde taşıyıcısı olduğunu bunlarında yakılmak istendiğini belirtelim. Orman yanıgını aynı zamanda hafızanın da yakılmasıdır ! Doğa ile kurulan ilişkilerin kül olması , vicdanın da kuşlarla , böceklerle , ağaçlarla birlikte yok olması anlamını taşır.Ağaçların şefliğini üstlendiği , kuşların , böceklerin , kaplumbağaların , sincapların seslendirdiği ölüm senfonisinin son çığlıklarıdır. Kesilen ve yanan her ağaç , altında yatan binlerce canlının mezar taşıdır. Orman yangını ormanın yanmasından çok daha fazlasıdır... Güçlü olanın her daim kazandığı , yazılı olmadığı halde her yerde bize dayatılarak okutulan orman kanunları her yerimizi sarmış ve sarsmış durumda. Ölmemek için öldür sloganı günümüzde kâr elde etmek için öldür sloganı ile birleşmiş vaziyette. Bu vahşi ekonomik yapı önüne ne gelirse saldırıyor. Resmen cinayet ekonomisi ile karşı karşıyayız. Kanunsuz suç yoktur denmiş. Doğru da söylenmiş. Her şeyi ile iç içe geçmiş kanunsuzluklar süreci işliyor. Gelelim cinayet ekonomisinin büyümesine. Öncelikle üç noktanın altını çizelim. Birincisi , büyüme denen şey sermayenin büyümesidir. Bunun içinde önündeki tüm engelleyici unsurlar kaldırılır , rahat hareket etmesi sağlanır. Devlet , sermayenin büyümesi ve rahatı için gerekli tüm önlemleri tek tek alır. Bu uğurda sosyal olma yanını budar. Gerektiği yerde kökünden kesip atar. Sermayenin büyümesi demek , doğadan daha fazla çekmesi demektir. Çünkü aralarında ters orantılı ilişki mevcut. Birinin çoğalması diğerinin azalması ile mümkün. Yani aralarında sürdürülebilir , doğru orantılı bir işleyiş yok ve asla da olamaz. İkincisi , büyümek demek paranın el değiştirmesi yani hareket etmesidir. Her el değiştirme büyüme hanesine yazılan getiri anlamını taşır. Üçüncüsü ise , büyüme ile kalkınma aynı şeyler değildir. Büyüme , biraz önce de belirtmeye çalıştığım gibi ekonomik öncelikler , kalkınma ise sosyal önceliklerdir. Kalkınma , tüm topluma dokunan ( eşit olmasa da ) hakların hayata geçirilmesi önceliği ile işler” diye başlattı anlatmaya.
***
“Her şeyi ile harika , insanla iç içe geçmiş sıkı , tamamlayıcı bağlar kurmuş bir orman kapitalist sermayedar için bir şey ifade etmez” diyen Yurdanur, büyüme adına ormanın varlığı içerisindeki canlıların büyüme adına sermayedar için bir anlam taşımayacağını söylüyor. “Bozulma , yakma ya da kesme ile başlar. Bu da yeterli değildir. Yanan ormanın söndürülmesi ile devam eder. Ardından yerine göstermelikte olsa fide dikimleri v.s. izler. Tüm bu süreçler boyunca para el değiştirir cepler şişer. Bunlara ilaveten yöre halkının hastalanması işin tuzu biberidir. Bu nedenle hastaneye koşanları önce vezne karşılar. Cepler bir kez daha şişer. Yanan evlerin yerine yeni konutlar yapılacak olması yada otel inşası gibi faaliyetler kaymağın en üst seviyesidir. Orman kanunlarının işlediği kapitalist sistem de orman ile büyüme arasında ki ilişki böyle sürer gider” diyerek açıklamasına devam eden Siyasi Ekoloji Uzmanı Yurdanır, günümüzde ormansız orman kanunlarının geçerli olduğunu belirterek önemli noktalara değindi.
“Hocam ne demek bu ormansız orman kanunları ne kast ediyorsunuz?” diye sordum “işte tam da bugün Akbelen’de yaşananı kast ediyorum” dedi ve devam etti: “Ormansız orman kanunlarının geçerli olduğu günümüz koşullarında egemen sınıfın korunması için uygulanan her tür şiddete hukuk denmekte. Şiddete karşı her duruşun adı da elbette suç olmakta . Ekonomik ve sosyal şiddet sürekli kazanmak üzerine kurgulanır. Engels ‘in söylediği gibi “ Şiddet iktisadi gelişmenin hızlandırıcısıdır.” Günümüz koşullarında iktidar kuvveti , kuvvet gücü , güç otoriteyi , otorite de şiddeti doğurmakta. Böyle olunca da şiddet sarmalına bulaşmamış hiçbir ekonomik ve sosyal kategori kalmamakta. Sistem öyle bir hale büründü ki , suçlayanın neden suçladığı değil , suçlananın suçsuzluğunu ispat etmesi zorunlu kılındı. Ormanı korumak orada yangına , kesime , talana , yağmaya izin vermemek suç işlemek olarak görülüyor. Burada önemli olan bir nokta da , cinayet ekonomisinin doğal varlıkları doğal kaynaklar olarak görüp özel mülk statüsüne indirgemesidir. Kirli bir sistem olan kapitalizm kirletmeden var olamaz ve büyüyemez. Her büyüme her anlamda daha çok kirlenme demektir. Hareketin içine insanı çekmek yerine , insanın içine hareketi çeken yeni bir hareketle karşı karşıyayız. Bu yeni hareketi anlamak ve ona katkı sunmak yanan ormana sadece su sıkmaktan daha fazlası olacaktır.”
Yaz aylarında bir de ormanların başında yangın belası var, bunun da doğal olmadığına dikkat çekiyor Yurdanur, bu yangınlara doğal olay denmesine kızarak “çünkü hem gökyüzü, hem yer yüzü hem de toprak özelleştirildi” diyor.
Peki dedim çözüm, bu sorun nasıl çözülecek? “Şöyle bir önerim var” diye başladı söze: “Yeni toplumsal hareketleri ve yapılarını anlarken yapılan içsel hatalara ve egemen sınıfın engellemelerine karşı iğneyi kendimize , çuvaldızı karşımızdakine batırmayalım , saplayalım orada kalsın . Neden derseniz , batırdığınız şey çıkar ve acısı bir süre sonra unutulur. Ama saplanan şey çıkmaz acı da kalıcı olur. Şaka ile karışık bu trajik öneri ciddi bir tavır almanın zamanının geldiğini göstermek içindi. Kanunsuzluğun , ormanların yok olması ile birlikte oralardan çıkıp şehre , mahalleye , eve ve en sonunda da içimize girdiği veya girmeye çalıştığı dönemlerden geçiyoruz. Ölüm senfonisi her yerde çalmaya çabalıyorlar. Oysa bizlerin seslendirdiği yaşam senfonisi hiç susmayacak şekilde çalınmaya başladı bile.”