Oysa ne güzel hayaller kurmuştuk. Yeni yüzyıl, yeni milenyum, insanlık çağ atladı, teknoloji zirve yaptı, medeniyet seviye atladı yetmedi, havada parende attı diye düşünmüştük. Bugünlerde ise dünya sakinleri olarak hepimiz, kendimizi telefon dolandırıcılarına tüm altınlarımızı kaptırmışız gibi hissediyoruz. İklim krizlerini, salgın hastalıkları, doğal afetleri bir yana koyalım. Ama en çok bizi düş kırıklığına uğratan insanlığın medeni olma kisvesi altında verdiği sözde çabalar oldu. Ne büyük bir yanılgı! Öyle ki hafif hafif kafayı sıyırdıkları için delirdiklerini de ancak şimdi anladığımız literatürlük hastaların, dünyadaki süper güçlere lider olduğunu anladık. Köşede tek başlarına delirseler sorun olmazdı. Ama bu delilerin ellerinin altında maytap gibi gördükleri nükleer bombalar, vuracakları mesafe de nükleer santrallar var. Bugün o yüzden hepimiz, Rusya’nın Ukrayna’yı işgalini yok artık nidaları ile izliyoruz.
Genel olarak bu kriz, bir ülkeye, “demokrasi nedir ve neden gereklidir” dersinin verilememiş olmasından kaynaklanıyor. Özelde ise diktatörlük süresinin uzamasından kaynaklı “tanrı sendromu” yaşayan hasta için psikologların konsültasyon yaparak çözmesi gereken bir sorundur. Genel sorunu çözmek için diktatörlüğü normal bir yönetim şekli olarak gören Rusya ve benzeri ülkelerdeki yaşayanlara reset atıp ani bir demokrasi yüklemesi yapmak, özeldeki sorunu çözmek için de yürek yemiş birkaç psikoloğu Rus liderin yakınına yerleştirebilmek gerekiyor. Özetle bu iki imkansız çözüm önerisinden dolayı Ukrayna sorunu görünen o ki maalesef yayılarak devam edecek. Bu yazdığımın ağır olduğunu düşünebilenler olacak diye yazıyorum; bahsi geçen kişi ve yakınları, Ukrayna’ya yaptıklarına ek olarak, nükleer bir 3. Dünya Savaşı’ndan “niye olmasın ki olur valla” diye bahsetti. Ve cidden bir nükleer santrale top mermileri yağdırdı. Bu akıl tutulması falan değil düpedüz deliliktir. Ve ben bir sonraki haftaki yazımın konusunun “nükleer serpintide hayatta nasıl kalınır” olmasını istemiyorum.
Tamam uçaklardan, helikopterlerden, SİHA’lardan, füzelerden ve tüm silahlardan bahsetmeyi seviyorum, seviyoruz. Kendi ülkemiz üretmiş ise övünüyorum. Fakat unutuyorum. Bunlar insan öldürüyor. Ortaya çıkan tüm bu ürünler insanlığın saçmalıkları, nükleer silahlar ise en büyük saçmalıklarıdır. Ve bu silahların sahipleri ayaklarına basıldığında o silahları da aynı bir tabanca, tüfek gibi görüyor. Bu hafta iyice emin olduk ki yakın zamanda olur veya olmaz ama bir gün mutlaka bir kaçık çıkacak “o kadar para bayıldık, benim değil mi? Neden kullanmayayım ki” diyecek. İnsanoğlu olarak hem bir yandan daha iyiye, daha güzele ulaşmak için tonlarca uğraş vereceksiniz, hem de öte yandan soyunuzu nasıl daha hızlı kurutabilirim diye icat yapacaksınız. Benden duymuş olun, bu kesinlikle insan için kullanılan “akıllı” tanımının yakından dahi geçmiyor. Bu karşılaştırmaya göre hamam böcekleri kesinlikle insandan daha zeki yaratıklardır. Eğer gezegeni de beraberimizde yok etmezsek bizden uzun süre hayatta kalacakları da kesindir.
Ek olarak da Avrupa’nın “Yükseeek Medeniyeti”ni de yakından gördük. “Medeni” kavramın içi bu kadar mı boşaltılıp yerine saman doldurulur. Görüldü ki Avrupa “medeniyeti” sadece kendi topluluklarının huzur alanı olarak görüyor. Tehlike o huzur alanına yaklaşmadıkça kılını kıpırdatmıyor. Ve o huzur alanına girmek istiyorsanız da mutlaka beyaz tenli olmanız şart. Açık açık da Avrupa diyor ki eğer esmer tenliysen benim huzur alanıma yaklaştığın anda seni yok ederim. Onca din gelsin, kitaplar insin, yetmez milyonlarca kitap yaz, on binlerce yıl tartış yüzlerce felsefe üret geldiğin nokta yine derideki pigment sayımı. Nasıl bir beyaz ten fetişizmidir bu? Dünya barışı mı istiyorsunuz? İşte size müthiş bir fikir, müthiş bir teknoloji atılımı, zenginlik de ziyadesi ile garanti. İnsanlığın madem en büyük sorunu derideki fazla pigment, toplayın bilim insanlarınızı, e çıkarın bir mRNA, zDNA teknolojisi, yapın bir aşı, herkesi kumral, sarışın mavi gözlü yapın. Avrupa’nın medeniyet algısına göre en büyük barışsever Michael Jackson’mış. Adam yerden göğe haklıymış. Boşuna kendini pudra şekerli donut gibi yapmamış. Avrupa hatalı da diğer dünya zenginleri pek mi masum? O diğerleri için zaten hiç umut olmadığı için bir şey yazmaya gerek bile yok. Petrolleri içinde yüzüp mutlu mesut yaşasınlar. Onlar ancak petrolleri bitince insan olmayı öğrenecekler.
Peki bu kadar saydıktan sonra hiç mi umut yok? O kadar değil. En azından bu sefer insan ruhunun karanlığını az biraz utandıracak, belki biraz durup düşündürecek bir gelişme var. Daha çok iletişim. Silahları üreten teknoloji neyse ki iletişimi artıracak imkanları da üretti. Artık tüm altyapıyı yıksanız dahi uydulardan o bölgeye internet sağlanabiliyor (Teşekkürler Elon Musk). Bu yüzden artık öyle gizli saklı insanları öldüremiyorsunuz. Sonra, ekonomisi iyi ülkeler, alt metninde “ama ölenler beyaz tenli” gibi çok kötü bir sebepte olsa bu sefer daha gür bir ses ile savaşa karşı çıkabildi. Kimbilir belki de renk takıntılı “medeni” toplumların renk algısını konuşa konuşa beyaz, esmer, siyah renklerden sadece kırmızıya yöneltebiliriz. Çünkü savaşlarda ölen herkesin ten rengi ne olursa olsun hepsinin kanı kırmızı akıyor. Savaşsız, sağlıklı günler dilerim.