Kahramanmaraş merkezli depremin 22. gününü geride bırakıyoruz. Büyük acılar yaşadık. Yaşamaya devam ediyoruz. Kimimiz eşini, dostunu kaybetti. Kimimiz ucundan, kıyısından da olsa etkilendi. Çoğunlukla üzüntüden, biraz da korkudan uyuyamıyoruz. Duyarlı insanlar maaşlarından, harçlıklarından, elde avuçta ne varsa yardım etmeye çalıştı. Gönüllü tekalifi milliye zihniyetiyle dayanışma içinde olduk. Ama bir yandan da görüyoruz ki televizyonlar normal yayınlara döndü, sosyal medya hesaplarında artık gündelik hayatla ilgili paylaşımlar yapılmaya başlandı. Bir tarafta insanlar açlıkla, soğukla mücadele ederken, diğer yanda yediği yemeğin uzayan kaşarıyla caka satan, giydiği ayakkabının markasıyla övünen insanlar var. 20 günde de unutmayalım bu yaşananları. Türk milleti balık hafızalı derler, artık olmasın. Suçluların cezalarını çekmeleri için, bir daha aynı acıları yaşamamak adına kamuoyu baskısı oluşturmamız lazım. Evet hayat devam ediyor. Herkes işini yapmakla görevli, eğitimine devam etmek zorunda ama yaşanan acılara saygı duymak adına, biraz daha usturuplu yaşamak gerekmiyor mu sizce? Evet kafamızı dağıtmamız gerekiyor. Televizyonda, internette biraz rahatlamak için farklı şeyler izlemek, okumak istiyoruz ama biraz daha ölçülü olmak gerekmez mi?
EN ÖNDE ONLAR KOŞTU
Gerçi bu bahsettiğim, dünyadan bihaber, uzayan kaşarlı yemeklerini gösterenler azınlıkta. Hep kötü şeylerden bahsediyoruz. Kötüyü yazmak kolay. İyi yönlerimizi de yaşadığımız acı vesilesiyle gördük. Genç nesil, bizim hor gördüğümüz gibi içi boş değil. Hatta bizden daha sorumluluk sahibiler. Depremin yaralarını sarma adına en önde koşanlar, o it-kopuk dediğimiz sosyal medya fenomenleri, youtuberler, influencer'lar oldu. Onları hep apolitik olmakla, siyasetle uğraşmamakla, empati yeteneklerinin yoksunluğuyla yerden yere vurduk. Ama en savunmasız, yardıma muhtaç zamanımızda ne kadar vatansever, insansever olduklarını gördük. Topladıkları yardımlar, sosyal medyalarının gücünü bu şekilde kullanmaları büyük alkışı hakediyor. İsim isim yazsam olmaz. Biraz incelerseniz görmüş olursunuz kolaylıkla. Böbürlenmek gibi olmasın; yeni nesil gençlikten ümitli olduğumu altyapı maçlarında, çocukları izlerken çoğu kez şahit oldum. Evet ben de çok yaşlı sayılmam ama biz, kendini ifade edemeyen çocuklar olarak, kendini ifade etmenin kibirlilik olarak yetiştirildiği bir 80'ler çocuklarının çocukları olarak karakterimiz 2 boyutlu yoğuruldu. Tek düze baktık hayata. Ama bizim çocuklarımız, yani şimdiki nesil, kendi derdini anlatabiliyor. İfade edebiliyor. Canı yandığında avazı çıkana kadar bağırabiliyor. Suistimal edilmeye uzak, folik asit takviyesinin etkisiyle bilinçli bireyler yetişti, yetişiyor. Kardeşim olmadığı için kardeşim gibi gördüğüm, yüzlerce öğrenciyle haşır neşir olmuş bir öğretmen arkadaşım var. Yeni nesilden ümitli olduğunu yıllardır bana anlatır. Eleştirmek kolaya kaçmak der durur. Onun, yerden yere vurulan z kuşağıyla ilgili tespitleriyle yazımı noktalayım:
ORTA YAŞ İLE GENÇLER ARASINDA UÇURUM YOK
"Ülkemizde özellikle son yetmiş yıldır gençler hem kendilerine enkaz bırakılan yaşam şartlarını kendi çabalarıyla iyileştirmeye çalışmış hem de bir önceki kuşak tarafından psikolojik şiddete maruz kalmıştır. Son bir kaç yıldır çareyi bireyselleşme ve kısmen asosyal bir yaşamı tercih etmekte arayan gençler bu süreçte sanılanın aksine telefona gömülüp çevresiyle bağını koparmış gibi görünse de teknolojinin avantajları sayesinde fazlaca bilgi birikimine sahip olmuş hatta din eleştirisi yaparken bile eksikliğin hümanizm olduğunu farketmiştir. Yaşlı kuşak aslında gençleri eleştirirken farketmeden kendi yaşamlarındaki hataları kendilerinden küçüklerin gözüne sokarak "ben bunlar gibi olmamalıyım" fikrini gençlikte oluşturmuştur. Orta yaştaki insanlar ile gençler arasındaki fikir ayrılıklarının sanılandan az olması kader ortağı olmasından kaynaklanmaktadır. Suçu elbette yaşlılara atmak kolay ancak birkaç yıl sonra günümüzdeki fiikir ayrılıklarının bu zamana nazaran azalacağı gerçeği umut vaadetmektedir. Zira bu gençlerin ileride yaşlı nüfus olacağı ve kendilerine yapılan baskıyı kendilerinden küçüklere göstermekten imtina edecekleri enseyi karartmamamız gerektiği gerçeğini ortaya koymaktadır."