1979 yılı… Türkiye; hem siyasi, hem ekonomik olarak karışıklıklar içinde. Sokaklarda asayişi askerler sağlamaya başlamış...
Hayat pahalılığı, elektrik kesintileri ve temel gıda ürünlerinin piyasada yeteri kadar bulunamaması, terör faaliyetlerini tetikler duruma getirmiş...
Milliyet Gazetesi'nin Genel Yayın Yönetmeni, Gazeteci Abdi İPEKÇİ; dönemin CHP Başkanı ve Başbakanı Bülent ECEVİT ile Adalet Partisi'nin Başkanı Süleyman DEMİREL'i bir araya getirip, siyasi çıkmazın bir an önce son bulmasını istiyordu...
31 Ocak 1979 tarihinde Ankara'ya gitti. 1 Şubat günü saat 10.00'da Bülent ECEVİT ile görüştü. Aynı gün saat 16.40 İstanbul dönüş uçağına bindi. Aynı uçakta iş insanı Sakıp SABANCI ile yan yana oturdular. İkili; uçak İstanbul'a inene kadar sohbet edip, ülke gündemini konuştu...
İstanbul'a iner inmez, Cağaloğlu'nda bulunan Milliyet Gazetesi binasına gitti. O sırada Ayetullah HUMEYNİ, Paris'ten İran'a dönmüş ve devrim hareketlerini başlatmıştı. İran kargaşa içerisindeydi...
Abdi İPEKÇİ; gazetenin yazarlarından Sami KOHEN'i çağırıp, İran gündemi ile ilgili görüş alış verişinde bulundu...
Aynı günün akşamı Abdi İPEKÇİ, gazetenin sahibi Ercüment KARACAN ile akşam yemeğinde buluşup; hem Sakıp SABANCI görüşmesini, hem de Ankara izlenimlerini anlatacaktı...
İşten çıkmadan kısa bir süre önce; gazetenin Yazı İşleri Müdürü Hasan PULUR ile görüşüp, “O mavi dosya ne oldu” şeklinde soru iletti. ‘O Mavi Dosya’ bir kaçakçılık dosyasıydı ve gündemi meşgul eden konular arasındaydı...
Hasan PULUR'dan; "Çalışmalar devam ediyor" bilgisini aldıktan sonra, eşini arayıp hazır olup olmadığını sordu. "Hazırım!" cevabının ardından, eşyalarını hazırlayıp ofisini terk etti...
19.30 sularında gazete binasından çıktı. Arabasına bindi. Teşvikiye'deki evinden eşi Sibel'i alıp; gazetenin sahibi Ercüment KARACAN'ın Arnavutköy'deki evinde akşam yemeği yiyeceklerdi...
34 SL 001 plakalı açık mavi BMW marka aracıyla; önce Karaköy'e, oradan da Kabataş yönünden Dolmabahçe'ye ulaştı. Dolmabahçe'den Taksim'e, Taksim'den de Nişantaşı'nda bulunan Emlak Caddesi'ne geldi...
Hafif bir yağmur yağıyordu...
Trafik az da olsa sıkışık durumdaydı...
Abdi İpekçi'nin evi, Teşvikiye Karakolu'nun bulunduğu Bostan Sokak'taydı. Emlak Caddesi'nin karakol dönüşünden içeri sapıp, evine ulaşacaktı. Evine yaklaşık yetmiş metre kala, trafik artık iyiden iyiye durma noktasına gelmişti. Saat 20.15 civarıydı...
Abdi İPEKÇİ''nin arabasına ön taraftan yaklaşan saldırgan; önce otomobilinin camında delik açtı, ardından otomatik silahla açılan delikten, Abdi İPEKÇİ'ye beş el ateş etti...
İlk iki kurşun, İPEKÇİ'nin sağ koluna isabet etti. İPEKÇİ; sol eliyle silahın namlusuna hamle yapmak istedi, ancak başaramadan saldırgan üçüncü kez ateş etti...
Üçüncü kurşun; cebindeki kalemi parçalayıp, kâlbine saplandı. Bu öldürücü darbenin ardından saldırgan; iki el daha ateş edip, kendisini bekleyen arabaya doğru kaçmaya başladı...
Kontrolden çıkan Abdi İPEKÇİ'nin aracı kaymaya başladı ve cadde dönüşünde bulunan direğe çarparak durdu...
Otomatik silah seslerini; o sırada evde bekleyen eşi Sibel İPEKÇİ ve gazeteci Leyla UMAR da duydu...
Sibel İPEKÇİ, "Abdi'yi vurdular!" diyebildi sadece…
Şişli Etfal Hastanesi'ne kaldırıldı Abdi İPEKÇİ. Ancak, tüm müdahalelere rağmen kurtarılamadı...
***
Bu ne ilk, ne de sondu. Yine bir gazeteci suikasti yaşanıyordu. Bu seferki tetikçi, Mehmet Ali AĞCA'ydı...
Suikast sonrası; kendisini beklemekte olan Anadol marka araca binerek, olay yerinden uzaklaşmıştı. Mehmet Ali AĞCA, suikastin üzerinden 5 ay geçtikten sonra, 25 Haziran 1979'da; İstanbul Beyazıt Meydanı'nda bulunan Tarihi Küllük Kıraathanesi'nde kâğıt oynarken yakalanıp, Maltepe Askeri Cezaevi'ne konuldu...
Gariptir! AĞCA'yı yakalayan polis memuru; henüz 37 yaşında olmasına rağmen, bilinmeyen bir sebeple emekli edildi...
Mehmet Ali AĞCA, cezaevine konulduktan 5 ay sonra, 23 Kasım 1979'daki kaçırılmasından birkaç gün önce, "Eğer mahkemeye çıkarsa her şeyi açıklayacağını" söyledi...
Bu açıklama bazı çevrelere mesajdı tabi...
Apar topar, adı "Susurluk Kazası" ile gündeme gelen Abdullah ÇATLI'nın da aralarında bulunduğu iddia edilen bir grubun yardımıyla kaçırıldı ve Bulgaristan'a geçti...
Bu firar ile ilgili yıllar sonra açıklama yapan Mehmet Ali AĞCA; "Eğer içeride kalsaydım, bu durum bazı çevreler için yenilgi olacaktı. Bu nedenle firar ettirildim." dedi...
***
Gelelim biz basın şehidimiz Abdi İPEKÇİ'ye...
Dedim ya: Bu ne ilk, ne de sondu. Yine araştırma yapan bir gazeteci; birilerinin menfaat yuvasına çomağını sokmuş, karıştırıyordu...
Abdi İPEKÇİ'nin öldürülmesi, Türkiye'de büyük bir infiale neden oldu. Dönemin Hürriyet gazetesi sahibi Erol SİMAVİ'nin önerisi ile 2 Şubat 1979 tarihinde gazeteler siyah başlıklarla çıktılar...
Her ne kadar 1970'li yılların sonu; terör faaliyetlerinin zirvede olduğu bir döneme denk gelse de, Abdi İPEKÇİ'nin öldürülmesi birçok kesimde büyük bir şaşkınlıkla karşılanmıştı...
Çünkü İPEKÇİ; herhangi bir ideolojiyi temsil etmekten çok, uzlaştırıcı kimliği ile tanınan bir gazeteciydi...
Abdi İPEKÇİ'nin son yazısı, silah kaçakçılığı üzerine idi. Aynı zamanda; çok yakınlarına bile açıklamayıp, sadece "çok önemli" dediği bir dosyayı araştırıyordu Usta…
Elinde tuttuğu dosyanın içeriği neydi, hâlâ bilmiyoruz. Tek bildiğimiz, tetiği kimin çektiği. Ama niye çektiği ve cinayetin arkasındaki karanlık bir türlü aydınlatılamadı...
***
Bugün, Usta bir gazeteci öldürüldü dostlar. 43 yıl önce bugün, 1 Şubat 1979'da, Abdi İPEKÇİ öldürüldü...
Diğer tüm katledilen değerlerimiz gibi; çok büyük devlet büyükleri, cinayeti çözmenin bir namus borcu olduğunu belirttiler...
Katline ferman veren soysuzlar hâlâ bulamadı. Nasıl denir bilmem? Helâl et hakkını...
Saygı ve minnetle...