“Aşk imiş ne var alemde
İlim bir kıyl ü kal imiş ancak.”

                                
                                     (Fuzuli)

Başta Evin Egeli olmak üzere, rehber kursundan öğrencim olan STK yöneticileri -eksik olmasınlar- sık sık konferans (ben onlara söyleşi veya konuşma derim) isterler benden. Konuşma yapmam istenen konuların başında, Nemrut doruğundaki Kommagene Kralı Antiokhos'un (Epiphanes) “Hierothesion” denilen kutsal son istirahat yeri ile, mitolojideki aşk söylenceleri gelir. Ne zaman “mitolojik aşklar”ı anlatmak istense; “Bu konu, Binbir Gece Masalları'ndan geri kalmaz” derim. Yine de bu konuda ilk akla gelen aşk öykülerinden biri “Eros” (Sevgi) ile “Psykhe”dir. (Can).

***
Miltos kralının üç kızının en küçüğü olan Can'ın yazgısı karadır: Orakl'a (Apollon Tapınağı gelecek bilincisi, kahin) göre, genç kız bir canavara gelin verilecektir. Kehanette buyrulan yerine getirilip, prenses Kara orman'daki Koca Kaya'ya bırakılır. Oysa gelen damat adayı, Sevgi Tanısı Eros'un ta kendisidir. Güzelimiz, onunla mutlu mesut yaşarken bir gece, kocasını görmek ister. Yüzüne tuttuğu kandilden bir damla kızgın yağ, uyuyan eşinden omzuna damlar. Uyuyan tanrı, kelebek kanatlarını çırparak uçup gider; beylerce bahtiyarlık dönemi biter. Bin pişman olan kara yazgılı gelin, kocasına yeniden kavuşabilmek için sayısız güç işleri başarır ve...
Ben, “Sevgi ile Can”dan başka, “Kaunos ile Biblis”, “Hero ile Leandros”, “Antiokhos ile Stratoneki”, “Salmakis ile Hermaphroditos”, “Polydarios, ve Syrna”, “Hektor ile Andromakhe”, “Apollon ile Daphne”, “Priamus ile Thisbe”, “Pygmalion ile Galetaa”, “Habrocoms ile Antiya” ve “Daphnis ile Cloe” söylencelerini kendim de duygulanarak anlatırım. Söylenenler, hele geçtikleri yerlerde anlatılınca daha etkileyici olur. Peki çağdaş edebiyatta, hele Türk yazısınında yok mudur etkileyici aşk öyküleri?

Uzağa veya eskilere gitmeye gerek yok. Dünya ölçeğinde gülmece yazarı olarak tanınan Aziz Nesin -Yurtseverlik anıları gibi- çok etkileyici aşk öyküleri de bırakmıştır bize. Sevgililer Günü yaklaşırken, Dr. Özlem Yaman ile sevgi-aşk konusunu konuşuyorduk. Fikir ve zevkine her zaman saygı duyduğum Özlem, Nesin'in “Maçinli Kız İçin Ev” öyküsünden söz açtı. Bu öyküyü düşündüm: Saçları ağarmış bir adam, ileri yaşta bulduğu sevgililerini mutlu kılmak için onların düşlediği evi yapmak istiyordu. İlk sevgilisi “Çıtır sesli kız”ın bu hayalini gerçekleştirmek istedi. Çok uğraştı ama, düşüncesini gerçekleştiremeden kız, adamın elinden kayıp gitti. İkinci kızın yüzü, güz üzümlerinin derisi gibi çilli idi; onu “Çillim” diye seviyordu. Bunun da tek isteği, bir eve sahip olmaktı. Ak saçlı adamın devleti çıkışmadı (gücü yetmedi); kız adamın elinden uçup gitti. Bir sonraki, son derece kültürlü; dengeli ve dingin idi. Bizim adam onu “Susum” diye seviyordu. O da, istediği eve kavuşamadan eriyip aktı. Adamın yaşamına giren bütün sevgililerin istediği hep aynı şeydi: Mekan...
Son sevgilisi ise bambaşkaydı. Başka türlü seviyor, daha doğrusu seviyor görünüyordu yaşlı sevgiliye. Romantik filmlerdeki gibi, bir ayağını kaldırarak adamın boynuna sarılıp:
-Beni bırakmayacaksın, değil mi? diye adeta yalvarıyordu.
Adam ona “Maçinli kız” diyordu. Yeryüzü haritasında böyle bir yer yoktu. Onun da tüm isteği, minik de olsa, kendisine ait bir eve sahip olmaktı. Bizim adam, tüm olanaklarını zorlayıp, yeğni (hafif) eğilimli bir tepede, cennet köşkü gibi şirin mi şirin bir ev yaptı; özenle süsledi; sevgilisinin, evin kapısından yatak odasına kadar geçeceği yerleri süslemek üzere, demet demet güller alıp, ertesi güne dipdiri kalsın diye onları vazolarda sakladı. Maçinli Kızı, ertesi gün hayalindeki eve götürecek; kız da, filmlerdeki gibi, bir ayağını arkasında yukarı kaldırarak:
-Beni bırakmayacaksın değil mi, diyecekti.
O akşam, birlikte sofraya oturdular. Gönüllerince mutlu mesut yiyip içiyorlardı ki; telefon çaldı; hattın öbür ucundaki erkek, Maçinli kızı istedi...
Bense, Aziz Nesin'in “Aşkım Dinimdir” öyküsünü öne sürdüm. Hani şu; tarihle söylence karışık öyküsünü:
...İsa'dan önce 310 ile 290 yılları arasında geniş bir olaydır bu. Komşu olan Ottivan'larla Perhia'lılar, birbirlerine kanlı bıçaklı düşman olan iki ülke halkıydılar; hani derler ya; birbirlerinin kanlarına susamışlarda. Düşmanlıklarının başlıca nedeni, bu iki ülke halkının ayrı dinlerden olmasıydı. Birbirlerine düşman olabilmek için mi ayrı dinlere girmişlerdi, yoksa ayrı dinlere girmiş oldukları için mi birbirlerine düşman oldukları kesin olarak bilinmiyordu. Ancak, kimi tarihçiler, düşmanlıklarının asıl nedeninin komşu olmalarından ileri geldiğini yazmaktadır. Tarih boyunca birçok kez savaşmışlar; kimileyin Otyivanlılar, kimileyin Perhialılar yenilmişti...
...Ava düşkün olan Ottiva'nın genç kralı bir gün, maiyetini atlatarak öz başına ava çıkmış. Av avlar kuşlarken yolunu şaşırmış, bilmeden, ülkesi sınırını aşarak, Perhia ülkesine geçmiş. Çıkış yolu aranırken, ormanın koynunda bacasından duman tüten bir kulübe görmüş; bir umut oraya vardığında, dünya güzeli bir genç kız görmüş. Bu iki genç, yıldırım aşkıyla birbirlerine vurulmuş. Gelgelelim iki ayrı düşman ülkeden olduklarını anlayınca, sevdaya karşı direnmişler ama gönül ferman dinler mi? Kral:
-Krallık falan umrumda değil, gel başka bir diyara göçelim...
Günümüzden 2 bin 300 yıl önce de, kadınlardan erkeklerden daha gerçekçi olduğu için, kız:
-Sen benim için krallıktan vazgeçiyorsun; benim vereceğim, senin verdiğine denk verecek bir şeyim yok...
Sevda o kerteye vardı ki; ikisi birden, “Aşkım Dinimdir” diye ünlediler. Eğer oraya giderseniz, o nehrin uçurumlarında iki bahtsız aşığın çığlıklarını kendi kulaklarınızla kendi kulaklarınızla duyarsınız. Bu yazı da, Sevgililer Gününden bir gün sonra, okuyanlara armağan olsun...

“Aşk gelicek cümle eksiklikler biter.”

(Yunus Emre)