Tam bir hafta oldu o korkunç ötesi “uğultuyu” ve “çatırtıyı” duyalı... Ne feci dakikalardı... Eşimin gözleri önünde yıkılan binalar, evimin çevresinin tarumar oluşu... Aşacağız bugünleri de... Şeytani kibir de bizi ayıramayacak. Menfaat çeteleri de bizi bizden koparamayacak. Ama şu günler geçsin, o “İstanbul Medyasına” söyleyecek iki çift lafım olacak. Hatta kampanya açacağım İzmir’de “Ey İzmirli, İstanbul gazetelerini okuma, İstanbul TV’nı izleme” diyeceğim. Nedenlerini de gelecek yazılarıma bıraktım.
Bayraklı deprem alanlarında vaziyet hala kötü... Binalar gibi hatta onlardan daha beter bir çöküntüyü de psikolojik yaşıyoruz. Ben de o çöküntüyü yaşayan bir yurttaş olarak “yarından” umutlanmaya ısrarla çalışıyorum.
Deprem geçti ama, “depremzede” kavramında sanırım “resmi yanlışlıklar” yapılıyor.
Deprem olduğunda evi yıkılan, evi az, orta ve ağır hasar gören midir?
Evet. Peki deprem bölgesinde yaşayan, evi hasar görmese bile, güvenlik gerekçesiyle ya da korkudan evine giremeyenler kimdir?
İşte bir haftadır bu soruya yanıt arıyorum. Bakmayın yazdığıma, çadırlarda yaşayanlardan çok, yakınının evine ya da yazlığına veya ikinci konutuna gidenler de var. Evinin etrafından gece bile ayrılmayanlar da var. Bir şişe su, bir paket kraker ya da bir battaniye almayanlar da var.
Başka bir ayrıntı, ölüm olayları yaşandığından dolayı Bayraklı Mansuroğlu ve Manavkvuyu mahalleleri gündemde. Oysa az ya da çok birçok binanın İzmir’in Konak, Karabağlar, Karşıyaka, Seferihisar, Ödemiş ilçelerinde de olduğunu biliyor ve duyuyoruz.
Kordon, Alsancak, Mustafa Kemal Sahil yolu, Yalı Caddesi, İnönü Caddesi, Ata Caddesi, Mithat Paşa Caddesi, Ordu Caddesi gibi nispeten eski ve yaşlı binaların olduğu bölgelerde durum nedir acaba?
Öncelikle bu depremin etki haritası mı çıkarılmalı acaba? Çünkü etkilenen yurttaş sayısının, açıklanandan daha fazla olduğunu iyi biliyorum. Artçı sarsıntılar da ne yazık ki yeni “hasarlı bina” üretecek şüphesiz.
Depremin psikolojik sıkıntılarını da aşmak gerekiyor. Bunun için de bakalım mesele politize edilmeden nasıl çözülecek.
Deprem istismarına yuh artık!
Bir haftadır sessizce o bölgedeyim. Benim mahallem çünkü. Ancak şunu özellikle yazmam gerekiyor ki, size söz verdim. İçinde “deprem” olan hiçbir gözlemimi saklamayacağım. Geçen cumadan beri deliler gibi dolanıyorum. Öyle sözler işittim ki insanlığımdan utandım. Deprem bölgesine şarlkı türkü çalan araçlarıyla gelen siyasiler mi dersiniz, depremi izlemeye gelen edepsizlere yapılan izzet ikram mı dersiniz... İnanın utandım. Pazar günü evimin yakınlarında rastladığım bir komşumla sohbet ederken, bizim mahalleden olmadığına yemin edeceğim bir adam yanaştı yanımıza. Daha selam vermeden “bu belediye başkanlarına oy verenler hiç konuşmasın, bu deprem onlar yüzünden oldu” demez mi? Şimdi söyleyin bana ne cevap vermem gerekirdi bu cahil ve insan görünümlü yaratığa! Cevap vermedim, sağ elimle göğsünden ittim ve kibarca “defolup gitmezse döveceğimi” söyledim. Komşum da hiddetlendi. Adam yanımızdan hızla ayrıldı ve yakındaki lokma arabasından iki kap lokma alıp uzaklaştı.
Haydi yorumlayın şimdi bana bu olayı. AFAD, Kızılay ve devletimizin tüm kurumları seferber oldu ama, bazıları “yardım yaparken” ayrım da yaptı. Nasıl becerdiler bunu bilmiyorum. Eşini ve çocuğunu memleketine yollamış ve tek başına kalmış vatandaşı “bekarsınız başka yere bakın” diye soğukta çadırlardan uzaklaştıran nasıl bir kafa yapısına sahiptir?
İzmir Şehircilik Müdürlüğü, Bakan Murat Kurum’un tüm içtenliğine rağmen, kente cehaletinde markalaştı depremde. Size öyle “hasar tespit öyküleri” yazacağım ki, eminim hepiniz “yuh artık” diyeceksiniz. Şehircilik Müdürlüğü’nün hizmet muhtabının vatandaşlar olduğuna kimse artık inandıramaz beni. Onlar olsa olsa “gökdelen lobisinin” şehircilik müdürlüğüdür. Bunları yazdım diye kızacak varsa da, otursun dondurma yesin, zira bir haftadır devletin her kademesiyle görüştüm ama hala İzmir Çevre ve Şehircilik Müdürü kim bilmiyorum.
Belediyeleri “yok sayma” saçmalığı
Ben bu keşede “İzmir ve Tarih” yazacaktım ama ne yazık ki depremi de yaşayınca biraz alan dışına kaydım. Bir iki hafta daha böyle devam edeceğim. Çünkü meslektaşlarımın çoğunun depreme bakışı “masabaşı”, öyle iki tane mühendis bir tane jeolog ile anlatılmaz deprem. Hele İstanbul medyasını taklit edeceğim derseniz, o zaman da herkes gittikten sonra yalnız kalırsınız.
Başkasını bilmem, Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer’i bir haftadır, ona bile belli etmeden takip ediyorum. Seçildiği günden beri, orman yangını, salgın derken bir de depremi yaşadı Başkan. Ne hayalleri vardı neler yaşıyor yani. Tunç Başkan İzmir’i “hissediyor” öncelikle. Kavgasız, tartışmasız bir ve birlikte yürümek istiyor ki, ortak akıl dediğimiz amacı, kendi yaşamında zaten başarmış Tunç Soyer. Bürokrasi ekibi de ona eşlik etmeye uğraşıyor. Seçildikten sonra İzmir’le tanıştırdığı yeni arkadaşları da mümkün olduğunca, hata yapsa da başkanın yanındalar.
Geçen cumadan beri neredeyse hiç ayrılmadı Başkan Soyer deprem mahallelerinden. Bazen konuklarla, bazen Bayraklı Belediye Başkanı Serdar Sandal’la, çoğu zamanda yalnız. Genel Sekreteri Buğra Gökçe’yi de alıp yanına, çadır çadır dolaşıyor. Halkın yanından hiç ayrılmayan eşi Neptün Soyer de sürekli çadır alanlarında. Aşık Veysel Rekreasyon ve Buz Pisti alanlarında neredeyse küçük bir kasaba oldu şimdi. Öyle bir ruh hali var ki orada, deprem yaşamış çocuklar şu anda mutlu. Gezici Kütüphane aracını görmeden, oradaki insanlarla konuşmadan nasıl yorum yapılabilir ki ekranlarda? Ama dikkatimi çekti ki, kendine “ulusal” diyen “İstanbul yerel ekranları” ve işbirlikçileri, öyle bir uğraş veriyorlar ki, sanki İzmir’de seçilmiş belediyeler yok da sadece Vali, Şehircilik Müdürü ve enkaz üzerinde dolaşan iktidar vekilleri var.
Aşık Veysel Alanı’nda İzmir Büyükşehir gibi Afad’ın da çadırları var. Haber yapanlar nedense kocaman mavi saat kulesi logosunu görmemek için kafalarını çeviriyorlar. İnsanlara “hangi çadırlarda kalıyorsunuz” diye soracak kadar da gafillerdi.
O kadar cahilce işler yapılıyor ki, sanıyorlar ki İzmir’in kendilerine bakışı değişecek. Değişmeyi bilmem ama bildiğim bir şey var, görgüsüzce yapılanları en iyi İzmir görüyor ve gerektiğinde de dersini veriyor!
Bazı notlar
-
Depremin gerçek şiddeti ilgilendirmiyor beni. Başta internet ve gsm şirketleri olmak üzere, bankalar da büyük ayıp yaptılar İzmir’e. Sormadan edemeyeceğim, aynı yıkımla bir deprem başka bir kentte olsaydı şu anda “borç erteleme, öteleme” olur muydu olmaz mıydı? Evini yitirmiş, dükkanını yitirmiş canlara “fatura” hatırlatması yapmak kadar aşağılık ne olabilir?
-
Hepimizin e-devlet uygulaması var, e-devlet uygulamasında da “ikamet adresi” var. Bu adres resmi onaylıdır da. Peki şu anda deprem alanlarında, depremle ilgisi olmayanlar var mı? Yardım alıyorlar mı? Çadırda kalıyorlar mı? Ben olduğunu biliyorum. Özellikle de devlet kurumlarının çadırlarında. Peki neden kimlik teyidi yapılmıyor? Şu anda bir yardım alamamış ne kadar çok gerçek “depremzede” var biliniyor mu? Ama bir gerçek daha var ki öyle “abartı” falan değil, fukaralık had safhada. Ve öyle “keyif çayı” ile de geçecek gibi değil. Yazdım ve sustum!
-
Corona unutuldu galiba. HES sorgulaması falan sizlere ömür sanırım. Hele deprem alanlarında, dışarıdan gelenlerin de etkisiyle artık virüs korkup kaçmıştır belki de. Merak ettiğim şu, deprem olduğunda Manavkuyu ve Mansuroğlu mahallelerinde kaç karantina vakası vardı ve sonra ne oldu? Ya da evsiz kalan bir depremzede corona olursa nerede “karantina” geçirecek?