O günlerdeki CHP ve SHP İlçe Başkanları aramızda olduğu için bu satırları yazarken içim rahat.
Mustafa Uğur Okay da Ahmet Kocabıyık da babamın çok iyi bir partili olduğunu, kendilerinden hiçbir özel istekte bulunmadığını, tam tersine hep verici olduğunu
söylediklerinde yepyeni bir gurur duyarım babamla. Doğrusunu isterseniz, Babalar Günü’nde yazmak istemiştim bu satırları ama o günlerde kütüphanecilikle ilgili bir telaşın içinde olduğumdan fırsat bulamamıştım. Amcamı da ekleyecektim sözlerime. O da ilçe başkanlığı yapmıştı çünkü partide. Babam olsun, amcam olsun, sadece bizlere değil, tanıdığım çok kişiye örnek oldular dersem, yanlış bir şey söylemiş olmam. Bugünün AKP yöneticileri için sık sık dile getirilen ‘nepotizm’ suçlamasıyla onların hiç
tanışıklığı olmadı. Hep verdiler! Almayı düşünmediler. Dayımın oğlu, Erdal İnönü’nün özel kalem müdürüydü. Kardeşim de ben de öğretmeniz o yıllarda. Hem de uzaklarda… Tayin için anneme ricada bulunmuştum bir gün, Uğur abime telefon açması için. “Sarı kuzum, Uğur’umu sıkıntıya sokmayalım. Kusura bakma, söyleyemem ben bunu,” dediğinde anneme kızmış mıydım, yoksa onunla gurur mu duymuştum, bilemiyorum. Oysaki anneme her defasında “Ablacığım,” diye seslenen Uğur abim böyle bir ricayı kırmazdı büyük olasılıkla. Devir değişti galiba, bir yerde yöneticilik yapan kişinin yakınları da hemen iş güç sahibi oluveriyor. Özellikle de yerel yönetimlerde… Orta Doğu coğrafyasında yaşıyoruz ya… Eş dost kayırmacılığı, hemşehricilik, ahbap çavuş ilişkileri ve gücü pekiştirmek uğruna yapılan liyakatsiz atama ve görevlendirmeler pes dedirtiyor insana. Gazetelerde haberi yapıldı; bir belediyede soyadı aynı olan öyle çok kişi çıktı ki karşımıza…
Şaştık kaldık. Üniversitelerde de… Bir rektör eşini, oğlunu, kızını aynı üniversitede işe alabiliyor. Bu insanlar hayli pişkin de; medyanın diline düştüklerinde yüzleri hiç kızarmadan yaptıkları işi savunabiliyorlar. Hayret ki ne hayret! Cumhurbaşkanı da onlardan biri ne yazık ki. “Bizim çocuklarımız ticaret yapmayacak mı yani?”diyebilmişti bir zamanlar, oğlunun gemicikleri konusundaki eleştirilere laf yetiştirirken…
Söyleyeceklerimiz suda balık, havada kuş kadar çok ama yerimiz dar! Bir şeyi eklemeden de edemeyeceğim: Sol terminolojide ‘örgüt’ olarak kullanılan sözcük sağ tarafta genellikle ‘teşkilat’ olarak dile getiriliyor, bilirsiniz. Sol kültürde selamlaşma ritüeli olarak tokalaşmak/kucaklaşmak tercih edilirken özellikle ülkücü/milliyetçi çevrelerde ise kafa tokuşturuluyor. CHP’li belediyelerde de kafa tokuşturanlarla teşkilat sözcüğünü kullananların çokluğu dikkatimi çeker oldu son yıllarda. Gel de yadırgama! Benim olduğu kadar çok kişinin dikkatinden kaçmayan bir başka konu da çalıştığı işini bırakıp da belediyelere geçmek isteyenlerin azımsanamayacak kadar çokluğu… İyi bir araştırma yapılsa eminim, belediyelerde gereğinden fazla eleman çalıştığına tanık olunur. Belediyelerin arpalık olduğu söylentisi galiba boşuna değil.
Öneriniz ne diye soracak olursanız, belediyelerde işe alınacaklar konusunda ilgili ve bilgililerden oluşan bir kurul oluşturulmalı. Adaylar hem yazılı sınavdan geçirilmeliler hem de yüz yüze görüşme yapılmalı. Ama bu görüşmeler mutlaka kayıt altına da alınmalı. Yeterlilik ve adalet terazisi ancak saydamlıkla çalışır çünkü.
***
Karşıyaka’da hiç de azımsanmayacak sayıda entelektüel bir nüfus bulunuyor. Karşıyaka’nın bilim/kültür ve sanat yaşamını zenginleştirmek, ufuk açmak adına belediyenin kültür müdürlüğü bu kişileri bir araya getirmek doğrultusunda çağrıda bulunmuş mudur acaba? Ya da Türkiye Yazarlar Sendikası, Edebiyatçılar Derneği, PEN ve benzeri sanatçı örgütleriyle bir araya gelmek için çaba göstermiş midir? Geçtiğimiz üç yıl boyunca düzenli aralıklarla ve belediye başkanının da bilgisi dahilinde, Latife Hanım Köşkü/Mehmet Atilla Kitaplığı’nda düzenlenen söyleşilerin kolaylaştırıcılığını yaptım. Bir kez olsun kültür müdürlüğünden herhangi bir kişiyle karşılaşmadık bu söyleşilerde. Kültür müdürü hiç mi merak etmez o afişlerde adı geçen kişilerden hiç olmazsa birinin ne dediğini? Bunca uzaklığın, ilgisizliğin mantığını kavramak çok zor. Sonunda anladım ki, belediyelerin kültür müdürleri yorgun ve durgun kişilerden değil, enerjik/heyecanlı, sanat disiplinleriyle ilgili, biraz da vizyonu geniş olanlar arasından belirlenmeli. Dolayısıyla bir kültür müdürü, yaptıklarıyla kent insanının belleğinde unutulmaz izler bırakmalı. Başkanlar da herhangi bir meclis üyesinin ya da vekilin isteğine göre belirlememeli kültür müdürünü. Her türlü baskıdan uzak, özgür ve âdil davranabilmeliler. Şemsiye, Eski Mısır’da üst sınıfların statü simgelerinden biriydi. Unutmayalım ki belediyelerin kültür müdürlükleri de kent kültürünün aynası gibidir. Kültür müdürleri, bilim ve sanat dünyasının özneleriyle bir araya geldikçe, onlarla kaynaştıkça beldelerine daha iyi ve nitelikli bir kültür hizmetini verebileceklerine öncelikle kendileri inanmalılar. Demem o ki, Karşıyaka bu konuda sıkıntılıdır sevgili dostlar. “Bilirken susmak, bilmeden konuşmak kadar kötüdür,” sözü boşuna söylenmiş değildir. Ben de aklıma gelen bu konuya başımı ağrıtacak da olsa değineyim dedim.
Çünkü, susmak erdem değil!