50’li yılların başında Georges Duhamel (1884-1966) Fransız Hükümeti adına “yerinde inceleme yapmak üzere” Türkiye’ye gelir. Görevi, genç Türkiye Cumhuriyeti’nin o günkü durumunu inceleyip elde ettiği bilgiler konusunda Fransa kamuoyunu aydınlatmaktır. Aynı zamanda bir tıp doktoru olan Duhamel, sayısız yapıtlar vermiş büyük bir inceleyici-yazardır. Bu seçkin niteliğinden dolayı Fransız Akademisi üyeliğine seçilmiştir. “Çağının tanığı” olarak da ün yapmıştır.
Türkiye izlenimlerini LA TURQUIE NOVELLE/ Puissance d’occcident (YENİ TÜRKİYE/ Batılı bir güç) adlı kitapta topladı ve 1954 yılında Fransa’da yayımladı. Ben bu kitabı 1960’lı yıllarda üniversite öğrenciliğim sırasında edinip okuyabilmiş ve çok etkilenmiştim. Elli yılı aşkın bir süre sonra kitaplarım arasında yeniden karşıma çıktı.
Söz konusu kitabın girişinden (şimdilik) kısa bir bölüm aktarıyorum:
“Yüzlerce kez (…) acıklı boyun eğmelere var gücümle karşı çıkmışımdır. Bunu yapmam, ne pahasına olursa olsun sağduyuya aykırı her olup bitene karşı çıkanlardan olduğum için değil; tarihin yüzyıllarca, binyıllarca bize vermiş olduğu şu dersten dolayıdır: Kimi insan toplulukları vardır ki inatla canlanıp yeniden ayağa kalmıştır. 19. yüzyıl sonunda Batılı gözlemciler Osmanlı İmparatorluğunu her türlü yıkıma, bölünüp parçalanmaya aday görüyordu. Onlara göre en köklü imparatorlukların yenilgisine sürüklenen Türk dünyası baştan sona harap olmuştu ve yeryüzü haritasından temelli silinecekti. Böyle düşünenler arasında sağlam görüşlü, eğitimli insanlar bile vardı. / Zamanın karmaşası içinde, bir zahmet gözlerini ve kulaklarını açarak sarsıntılı dünyamızın evrelerini izleyebilen, yorulmadan en doğru belgeleri bulup okuyan ve kesin bilgilere ulaşmak için edindikleri düşüncelerle donatılmış olarak gidip her şeyi yerinde gören, oralarda insanların arasına katılan, gördüklerine tanık olan, yüksek düzeydeki görevlilerle söyleşiler yapan; kısacası bir takım önseziler edindikten sonra doğruya ulaşmak için çaba harcayan insanlar şunu anlayacaktır: Eski Osmanlı İmparatorluğunun külleri üstünde yepyeni bir ulus yükselmiştir; bu ulus, uçsuz bucaksız olmasa da, yeterince geniş yurt toprağını elinde tutmaktadır. Sağlıklı ve yürekli bir ulustur bu; oldukça zengin doğal kaynaklara sahiptir ve onları işletebilecek düzeydedir. Bunun için bütün bir ulus olarak katıksız bir inançla dopdoludur (…). Komşu ulusların topraklarına göz dikmek yerine, edindiği bilgi donanımıyla çalışarak yükselmeyi seçmiştir. Umutsuzluğu bir çözüm olarak kabul etmeyen insanlar bilirler ki kaderin terazisinde yeni Türkiye’nin önemli bir ağırlığı olacaktır”.
***
İyi ki Duhamel 60’lı yılların sonrasındaki Türkiye’yi, özellikle de bugünkü durumunu görmedi. Görseydi, hiç kuşkusuz büyük bir düş kırıklığı yaşardı. Gerçekten de Türkiye Cumhuriyeti 50’li yıllardan sonra özgüvenini ve bağımsızlığını yitirmeye başlayınca, giderek uygar dünyadaki saygınlığını da yitirmiştir.
Türkiye uluslararası birçok kuruluşa üye, kimisine de üyelik başvurusu yapmış ve sonuç bekliyor. Öncelikle NATO ve Avrupa Konseyi üyesiyiz; Avrupa Birliği’ne müzmin adayız.. Ama “demir perde” yıkıldıktan sonra NATO’ya üyelik diye bir şey kalmadı; özellikle ABD sayesinde neredeyse NATO’nun düşman ülkesi durumuna geldik. Avrupa Konseyine üyeliğimiz de tartışmalı: Önce biz imzamızla onayladığımız kurallara uymuyoruz. Bırakın üyeliği ya da adaylığı, gelişmişlik sıralamasında sonuncular arasına girdik.
Yine de Batılılar bizi “Düşün artık yakamızdan!” diye başlarından atmak yerine, mırın kırın etmeyi seçerek, yuvarlak çekincelerle yetiniyorlar. Özellikle AB ile ilişkilerimizde, dev bir sömürü alanı olarak gördükleri Türkiye’yi büsbütün gözardı etmek istemiyorlar.
Hepsi bu.