Şiir, roman ve öyküler kadar biyografiler de önemli. Unutulmaz yapıtlara imza atan sanatçıların yaşam öykülerini okumakta yarar var.
Merak, öğrenmenin kapısını aralıyor çünkü
Yaşamının ilk yıllarından itibaren bir dâhi olacağı günlerin düşünü kuran, heykelinin dikileceğini, kendisi için törenler düzenleneceğini hayal etmiş biri Sigmund Freud.
Centilmen bir baba ve sevgi/ilgi kaynağı annenin oğlu.
Biyografisinin yazılmasını asla istememiş.
Latince, İngilizce ve Fransızca biliyor. Kendi çabaları ile de İbranice'yi, İspanyolca ve İtalyanca’yı öğrenmiş. Doğasında boyun eğme gibi bir özelliği yok. Bilim insanlığının yanı sıra oldukça gelişmiş bir yazma yeteneği bulunuyor.
Normal cinsel yaşam sürdüren bireyin nevroz geçirmeyeceğini savunan Freud, zaman zaman iktidarsızlık sorunu da yaşamış.
Hitler’in zulmünden payını almış, yaşamının son beş yılını çene kanseriyle boğuşarak geçirmiş, doktorundan üstü kapalı da olsa ötanazi isteğinde bulunmuş olan Freud’u 23 Eylül 1939’da kaybetmiştik.
*
Kadınlara ve resme tutkuyla bağlı Vincent Van Gogh, hastalıklı ruh yapısı ve bu yapıyı da yansıtan fiziksel görünümü ve parasızlığı nedeniyle âşık olduğu kadınlar tarafından reddedilince fahişelerle ilişki kurmuş bir başka dâhi. Kuşkucu bir kişiliğe sahip olduğu gibi kendine de güvensiz… Üzerine mumlar diktiği şapkası ile sokaklarda resim yaparken görülmesi ise çılgın biriyle karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor.
Resim anlayışı konusunda başlayan tartışmalar sonucu arkadaşı Gaugen ile yumruk yumruğa kavga ediyorlar. Gaugen evi terk ediyor. Ateşi yükselen Van Gogh, kendi kulağını kesip kestiği parçayı da genelevde bir kadına vererek Gaugen’e gönderiyor.
Yaratıcı gücünün doruğundayken çılgınlık krizleri geçiriyor. İyi beslenemediğinden beden sağlığı da bozuluyor. Konu komşusu bu ‘Kızıl Saçlı Deli’den korkuyor ve akıl hastanesine yatırılmasını istiyorlar. Kulağı sargılı meşhur portresini bu dönemde yapar.
Sanrıları iyice artınca kendi isteğiyle akıl hastanesine yatırılır. Bu arada kriz geçirir ve hafızasını yitirir. Boya yiyerek kendini zehirlemeye kalkışır.
Yaşamının son döneminde bir akşam yürüyüşünde kendini tabancayla göğsünden vuruyor. İki gün sonra 29 Temmuz 1890’da kardeşinin kollarında ölüyor.
*
Heybeliada’daki Bahriye Mektebi’ndeyken Nâzım Hikmet, Necip Fazıl ve Fahri Korutürk’ün öğretmenliğini yapan, başından çok aşk macerası geçen Yahya Kemal Beyatlı’nın çok içki içtiğini, milletvekilliği-elçilik gibi görevler yapmasına karşın çok sevdiği İstanbul’unda bir ev sahibi olamadığı söylenir durur.
Kendisine en çok etki yapan tek kadının Celile Hanım olduğu da bilinir. Çok başarılı portrelere imza atan, natürmortlar yapan, piyano çalan, Fransızca’yı anadili gibi konuşan Celile Hanım, Nâzım Hikmet’in annesidir. Okuldaki derslerinin dışında Nâzım’a evlerinde de ders veren Yahya Kemal, derslerden arta kalan zamanlarda Celile Hanım ile sanat ve edebiyat üzerine uzun uzun sohbetlerde bulunur. Bu ilişkinin dedikodusu Bahriye Mektebi’ne kadar uzanır.
Nâzım, her şeyin farkındadır. Ne derece doğru bilinmez ama bir söylentiye göre hocasının eve geliş gidişlerinin birinde Yahya Kemal’in ince/siyah pardesüsünün cebine dürülü bir kâğıt bırakır: “Hocam olarak girdiğiniz bu eve babam olarak giremezsiniz!’’
Nitekim yıllar sonra Rus Türkolog Ekber Babayef’e şöyle diyecektir Nâzım: “Büyük Türk şairi Yahya Kemal, anama sevdalıydı sanırsam… Evde şiirlerini okurdu anama. Bahriye Mektebi’nde öğretmenimdi şair.’’
Ne var ki Celile Hanım da evlenme isteğinde bulunacak kadar âşıktır Yahya Kemal’e.
Resim dersleri almak için gittiği Paris’te Yahya Kemal’den bir işaret beklese de nafile!
Yurda döndüğünde düşünüp taşınmadan bir paşazâde olan Kaymakam İbrahim Bey ile evlenir. Ama sıkılır bu evlilikten ve ayrılır.
Aradan yıllar geçer. Nâzım, Bursa cezaevindedir. Yahya Kemal de milletvekili olmuştur. Oğlunun affı için milletvekillerine mektuplar yazar. O milletvekillerinden biri de Yahya Kemal’dir. Gel gör ki bu mektupların hiçbirine yanıt vermez şair. Sağlığı bozulan Nâzım’ın hapisten kurtulması için kılını kıpırdatmaz.
Nâzım artık açlık grevindedir. Celile Hanım’ın da gözleri görmemektedir ama o haliyle Galata Köprüsü’nde imza toplamaktadır. Rastlantıya bakın ki siz Yahya Kemal de köprüden geçmektedir ve Celile Hanım’ı görmüştür.
Ne mi yapar? Hemen sıvışır oradan.
Arif Damar, “Hedonist’’ diyor şair için…
Cemal Süreya “Yahya Kemal; tensel, erotik temaları şiirimize getiren ilk sanatçıdır.’’ diyor.
Ne yayımladığı şiirleri kitaplaştırmış ne de aşklarını evlilikle sonuçlandırmış.
*
Müzikteki dehasıyla dünyanın sahiplendiği Chopin, yaşamında da iki ayrı ülke; Polonya ve Fransa tarafından birbiriyle yarışırcasına sahiplenilmiş ve müzik gururu olmuş. Memleketindeyken başka ülkelerin hasretini, başka ülkelerdeyken ise memleketinin hasretini çekmiş hep.
Mozart’a olan hayranlığı nedeniyle cenaze töreninde onun Requiem’inin (ölüm duası) çalınması için istekte bulunmuş. İsteği de yerine getirilmiş. Öldükten sonra ise kalbinin çıkarılarak Polonya’ya gönderilmesini vasiyet etmiş. Bu vasiyeti de yerine getirilmiş.
Ama… İkinci Dünya Savaşı’nda Varşova’nın bombardımanı sırasında kalbinin bulunduğu müze yanmış ve yıkılmış.
*
Raul Castro’nun ‘Rönesans Adamı’ dediği CHE’nin astımı bebeklik yaşlarında başlıyor. Müzik kulağı olmadığı halde sürekli dans eden biri Che. Kenarda köşede duran çirkin kızları dansa kaldırırmış hep. Nedeni, o kızlar kendilerini dışlanmış hissetmesinler!
Küba Merkez Bankası’nın başına geçtiğinde, saatler boyu matematik dersi alıyor. Matematik sevgisi bambaşka! Bir yabancı gazeteci kinayeli kinayeli soruyor: “Ekonomist misiniz?’’
Yanıtı; “Hayır, komünistim!’’
Matematik dışındaki diğer tutkusu arkeoloji.
Celladı Çavuş Jaile Teran’a söylediği son sözlere gelince…
“Beni öldüreceğini biliyorum. Ateş et! Yalnızca bir insanı öldüreceksin!’’
*
“Ya Chateaubriandolurum ya da hiç!’’ diyecek denli kararlı/hırslı bir delikanlı…
Kadınlara olan düşkünlüğü, cinselliğe asla doymayan tabiatıyla bilinen Victor Hugo, genç oyuncularla, hizmetçilerle ve fahişelerle ilişkiye girmekten hiç çekinmemiş.
1 Haziran 1885’te öldüğünde cenazesine iki milyona yakın kişi katılmış.
Düşünün ki, Menzil cemaatinin liderinin cenazesine katılanların dört katı…
İnsanın kendi kendine sorası geliyor, neden bu kadar çok seviliyordu acaba?
*
Dünyada bugüne değin gelmiş geçmiş en tahrik edici yürüyüşe sahip kadın kimdi?
1 Haziran 1926 doğumlu Norma Jeane’in annesi, kızının kimden olduğunu bir türlü bilemediği için Norma da babasının kim olduğunu bir türlü öğrenemiyor doğal olarak… Anneannesi ve annesi, hayatlarının bir bölümünü akıl hastanesinde geçirmiş zaten… Dayısı, bir iş hanının on beşinci katından atlayıp intihar ediyor. Kendisi de topu topu iki hafta kalmış annesinin yanında. 16 yaşındayken de evlenmiş. Yaşamı boyunca hep eğlenmiş bu kadın. Adı: Marilyn Monroe.
12 yaşındayken bir gazete satıcısına kendisini doya doya seyretmesi için fırsat tanıyan Marilyn, her fırsatta güzelliğiyle gurur duyduğunu söyleyen bir kadın…
Tanrının ve herkesin önünde çırılçıplak durmak isteyen biri... Hayatı boyunca hiç iç çamaşırı giymemiş. Öldüğünde de çırılçıplakmış zaten.
Modellik, film oyunculuğu, hayatına giren sayısız erkek ve hatta kadın!
Arthur Miller, sabırlıymış doğrusu…
*
“Yasaklardan, küfürlerden, fırtınalardan, şehirlerden, acılardan ve tutkulardan geçen, haddini aşan bir hızda akan bir nehir gibi ilerleyen, çığlık gibi bir aşk’’ olarak tanımlanan Arthur Rimbaud-Paul Verlaine aşkı ise bambaşka… Öyle ki bir Paris akşamında eğlenirler, söyleşirler, kentin bütün meyhanelerini gezerler… Çünkü birbirlerine anlatacak çok şeyleri vardır. Evinde gepegenç eşi varken eve Rimbaud ile dönen bir Paul Verlaine gerçekliğini kim yaşamak ister ki… Zavallı Mathilde o zaman anlamış aldatıldığını.
Verlaine’ın çocuğunun doğumu bile karı koca arasındaki ilişkinin düzelmesine yetmez. Çünkü sabahlara kadar Rimbaud’la gezip dolaşan yine Verlaine’dır.
1871 sonlarına doğru Rimbaud ile Verlaine artık birbirlerini dosttan öte bir eş olarak görmektedirler. Verlaine, ne eşinden ne de Rimbaud’dan vazgeçmektedir. Sınırları aşan bir tutkudur bu. Haşhaş, afyon, apsent, şiir ve eşcinsel ilişki dolu yıllar…
Paris’in “Şairler Prensi’’ bildiği Verlaine’ın şiirleri kadar genç erkeklerle yaşadığı eşcinsel ilişkiler de çok ünlü.
İki şairin aşklarından geriye kalanlar birbirlerine yazdıkları şiirler, mektuplar ve acı dolu anılar, şiirsever Fransızların belleğinden çıkmıyordur herhalde.
*
Şiir, roman ve öyküler kadar biyografiler de önemli.
Adana TKP saflarında emeği/emekçiyi savunan Mehmet Raşit Öğütçü’nün romanlarında ve hikâyelerinde de aynı tutarlılıkla emeği ve emekçiyi savunan yapıtlara imza atmış olması, onu okumaya başladığım ilk günlerden bu yana beni çok etkilemişti.
Mehmet Raşit Öğütçü’ye, edebiyatımızda yer alan adıyla o büyük Orhan Kemal’e edebiyatseverlerin saygısı ve aşkı büyük! Her 15 Eylül ve 2 Haziran’da saygıyla/özlemle anılması bundan!
Örtülü ödenekten beslenen Necip Fazıl’ın iyi şiirlere imza atmış olsa da kitaplara konu olan kumar ve alkol bağımlılığı, siyasi düşüncelerindeki gelgitler ise hep düşündürmüştür sanat çevrelerini…
Unutulmaz yapıtlara imza atan sanatçıların yaşam öykülerini okumakta yarar var.
Merak, öğrenmenin kapısını aralıyor çünkü.