Bugün 10 Eylül… 99 yıl önce bugün, “kurtardığı” sevgili İzmir’ine teşrif etmişti Muzaffer Başkomutan.

Coşku doluyuz tabii ki… Ayrıntıları kaçırsak da coşkumuz bitmeyecek. Her 9 Eylül aynı sözleri söyleyen, aynı satırları yazan “malum” çevrelerin samimiyetsiz yaklaşımlarına rağmen coşkuluyuz.

Ama isyanım var benim isyanım!

Çünkü her geçen yıl “özünden” uzaklaşarak “anıyoruz”. “Denize döktük” abartısının, aslında emperyalizmin sonsuz düşmanlık, kin ve nefret yerleştirmeye araç olduğunu fark etmeden anıyoruz, kutluyoruz 9 Eylül’ü.

Kendi potansiyellerimizi yok sayarak, sağdan solan devşirilmiş, “İzmir aidiyetini” kaybetmiş, esaret acısını hatırlamayan, “eski düşmanların” hafızasına indirdiği darbelerin, aslında 1922’nin rövanşları olduğunu kavrayamamış bir kent İzmir!

Daha önce de yazdım, bir kentte kentliler kentlerine karşı “aidiyet” duymazlarsa o kentin geleceği karanlıktır. İzmir karanlık değil elbette. Ama “yeni şeyler söylemeyi”, benliğindeki karanlıkları aydınlatmayı başaramazsa 9 Eylül’de anlamsızlaştırılır. Ki özellikle 1980’de başlatılan “yeni emperyalist” saldırılar bugün meyvelerini verdiği gibi.

Dikkatinize sunuyorum şimdi. 9 Eylül 1922 günü, gözleri açık, başları “birer ok gibi” İzmir’i işaret eden şehitler nerede şimdi? Fahrettin Altay Paşa o dört şehidi böyle tarif etmişti. “Başları birer ok gibi” diye. Halkapınar’da şimdiki Meslek Fabrikası’nın önünden geçerken vurulmuşlardı. 10 günde 350 km yolu “İzmir aşkıyla” aç, susuz, postalsız yürümüşlerdi. Al kanlara boyandıklarında, Yüzbaşı Şerafettin’in İzmir’de yeniden şanlı bayrağı dalgalandıracağından emindiler ama 99 yıl sonra “unutulacaklarını” eminim beklemiyorlardı. Hele hatıralarına atfen yapılmış anıtın, iğrenç bir şekilde gölgeleneceğini ummuyorlardı.

8 Eylül 1924 tarihli Ahenk Gazetesi’nde “Yarın 9Eylül Kurtuluş Bayramımızdır, İhtifal (anma) ve Tezahürat Nasıl Olacak?” haberinde bakın ne yazıyor:  “Sabah saat sekizden dokuz buçuğa kadar Halkapınar’daki şehitlerimizin kabrinde hatm-i şerif (Kur’an-ı Kerim) okunacak. Süvarilerimiz İzmir’e girmek vaziyetini alacaklar.”

9 Eylül aynı zamanda “Halkapınar şehitleri” demekti. Bazı ahmakların “dinsizlikle” suçladıkları 1922 sonrasında İzmir, şehitlerini “hatm-i şerif” okuyarak anardı. 99 yıl sonra ise, üç kuruşluk menfaatleri adına, o İzmir’in en kutsal anıtı “gölgelendi.” İster kapitalist gölge diyelim isterse kapitalizmi her daim yöneten “emperyalizm” diyelim.

Halkapınar’daki o beton yığını inşaatın tarihle falan zerre ilgisi yok. Daha önce de bazı girişimlerde bulunmuştum ve aldığım yanıt “o şirketin sahibi Cumhuriyete bağlı Atatürkçü” oldu hep. İnandım mı? Asla… Çünkü söz konusu “para” olunca vatan, bayrak, Atatürk, fikriyat hep “teferruat” oluyor ülkemde. Ben ne “solcular” biliyorum zenginlere el pençe duran, ne sağcılar biliyorum ABD gemilerini kıble sanan!

Halkapınar Şehitliği’ne düşürülen gölge kalkmaz artık. O kazuletler de yıkılmaz. Keşke izin verilmeseydi de, o alan “açık tarih parkı” olsaydı. Anıtla bütünlüğü olan muhteşem bir sosyal faaliyet alanı.

Canım sıkıldıkça oraya gidiyorum. Hakan Tartan Konak Belediye Başkanı iken, şehitliğin etrafını rölyeflerle çok güzel tasarlamıştı. Sema Pekdaş başkanken de orası hep düzenli ve temiz tutulurdu. Geçtiğimiz şubat ayında yağan yağmur ne yazık ki rölyefli duvarları yıktı. Ve ne yazık ki o beton kazuletin gölgesi her açıdan “vatan ve namus” yazılı anıtın üzerine düştü.

Gelecek yıl 100 olacak “kurtuluşun” adı.

O anıtın şimdiki muhatabı İzmir Valiliği mi Konak Belediyesi mi yoksa Büyükşehir Belediyesi mi bilmiyorum. Yarından tez araştırıp yazacağım. Anıt alanını öyle bir tasarlayalım ki, o kara gölge dikkat çekmesin. Arka duvar mı yükseltilir, üç tarafı mı yükseltilir, orası bir açık “istiklal sergi alanı mı” olur bilemem. Ama rica ediyorum İzmir Valisi Yavuz Selim Köşger’den rica ediyorum Konak Belediye Başkanı Abdül Batur’dan, o anıtı şehitlerimizin hürmetine yeniden değerlendirin. O anıt ve anlamı yeniden yaşamımıza girmezse, herkes bilsin ki 9 Eylül kutlamaya yüzümüz olmaz. Güldürmeyelim artık emperyalistleri ve işbirlikçilerini.

Sevgili Haluk Işık’ın o muhteşem şiirinde dediği gibi:

“Sen 9 Eylül dersin iki kelime / Ben onurlu bir halk anlarım / Rüzgârın çevirdiği sayfa anlarım / Sen İzmir dersin iki hece / Ben saygıyla ayağa kalkarım.

Saygıyla ayağa kalkabilmemiz için, o anıtı yeniden hatırlayalım!

Lütfen ses ver İzmir bu “utançtır” ve kurtulmamız şarttır!

***

BİZ KARŞILADIK ALNIMIZIN AKIYLA!

Apikam’da “99.yılında 9 Eylül” etkinliğimizi yaptık. Beklediğim” katılımcılar” gelmedi çağrıya rağmen. Oysa parti ayrımı yapmadan başta vekiller olmak üzere herkesi davet ettik. Ama olsun, ben de “notumu aldım”. Çünkü yaptığımız iş “9 Eylül” farkındalığı yaratmaktı. 80 yaşındaki öğretmenimiz, metroyla geldi ama siyasi partilerimizin temsilcileri gelemedi. Amacımız da “halkımızı” getirtmekti, geldiler.

Onca yoğunluğuna rağmen İzmir Büyükşehir Belediye Başkanımız Tunç Soyer’in eşi Neptün Soyer hanımefendiyle teşrifleri takdire şayandı. Ama başkanın söyleşiyi de sonuna kadar dinlemesi ayrı bir değerdi. “İç” ve “dış minnakların” durmadan şeytani metotlarla çalışmaları da vız geldi açıkçası. Zira o kadar çok “kibirli cahil” var ki, hiç birinin zerre önemi yok gözümde. Hep söylerim yine yazıyorum, “çalışıyormuş” gibi yapıp “sürekli konuşanlar” yüzünden birleşmiyor yakamız.

Orhan Beşikçi, Kadir Vural ve Erkan Serçe’nin söyleşileri dopdoluydu. 1936 yılının fuar ve 9 Eylül törenleri filmi de ilgiyle izlendi. Başkan Soyer, Orhan Beşikçi’nin çağrısına da heyecan ve nezaketiyle anında cevap verdi: “Kurtuluş müzemiz yolda”.

Bu etkinlik İzmir Büyükşehir Belediyesi birimlerinin de potansiyelinde olan “işbirliği” ve “koordinasyonu” çıkardı ortaya. İzelman, İzbeton, Parklar Bahçeler, Fen İşleri, Güvenlik Şube, Bilgi İşlem, Bilgi Ağları, Tarihsel Çevre, Akdeniz Akademisi yürekten destek verdiler. Kent Tarihi ve Tanıtımı Daire Başkanı Funda Erkal da Apikam Müdürü Hakan Aktaş da hiç oturmadan sahada çaba gösterdiler, yönlendirdiler. Apikam’ın “bir avuç” çalışanı sabahtan geceye, temizlikten bayraklamaya fedakârca emek verdiler.

Şimdi sırada Cumhuriyet Bayramı var… Bakalım ne sürprizler çıkacak. Ama sürprizin büyüğünü bir ay sonra yazacağım…

Önce adım atalım! Çünkü Başkan Soyer’e “söz verdik”!

***

BANA BİRAZ MÜSAADE…

Gerçekten yoruldum… Ben yorulunca “huysuz ihtiyar” gibi oluyorum. Öte yandan beynimi biraz dinlendirmem gerek. O kadar çok bilgi geliyor ki… Önümüzdeki hafta “kaybolacağım”… Telefonlara değil, keyfim isterse mesajlara bakacağım. Peşin söyleyim sorun olmasın!

Haydi, siz kalın sağlıcakla, bana müsaade.