Gelin bugün bambaşka bir şeyden, yazar ve okurdan söz edelim. Arkadaşınız otuz yılı aşkın bir süredir yerel medyada yazmakta, bunu çok önemli ve değerli bulmaktadır. Şu anda büyük bir olasılıkla, üç bin bilmem kaçıncı köşe yazısını yazmaktadır. Peki, bunun hayattaki karşılığı ne? Yani kentte, kentlide, yankı verme konusunda hayli tembel olan muhataplarında ne anlama geliyor bu yazılar? Bu vahim ve akla geldikçe tüm kalemşorların kalbini sıkıştıran bir sorudur, olmalıdır. Bu yüzleşmeden kimse kaçamaz.

Hadiseyi kendi alanımızdan köpürtmek istiyorum. Aşinaların bildiğince, arkadaşınız eylemli bir sanat emekçisidir. Doğal olarak bu yazıların öncelikli amacı, sanatın hayattaki karşılığını aramak, sorgulamak, ilgilileri daha duyarlı, daha hesaplı kitaplı, daha eylemli olmaya çağırmaktır. Hem içerden, hem dışardan olmaya, “ne oluyor, nasıl olmalı?” sorularını deşerken, “ne yapıyorum, nasıl yapmalıyım?” sorusunun yanı başınızda, gözünüzün içine bakıp durmasına gelince… Yorucudur ama insanı diri tutar. Öyle ya, yazmak aynı zamanda insanın kendisiyle yüzleşmesidir, tartmasıdır. Benim anlayışıma göre, insan önce kendisi için yazar. Ve mümkünse, kendisinin bile inanmadığı şeyleri, başkalarıyla paylaşmaması gerekir. 

Bunu sakıza dönmüş anılarla, fotokopiden beter yinelemelerle, eşin dostun hayatla sınanmamış-yüzleşmemiş hal ve gidişatına menkıbeler düzmekle yapmak mümkün değildir. 

HHH

Öte yandan yerel basında yazmanın başkaca sorunları da vardır. Fincancı katırlarını ürkütmekten korkmak, yarın sabah yüz yüze geleceklerinin tavrını gözetmek, kent içi dengelerin değirmeninde öğütülme tehlikesini düşünmek sizi mahveder. O zaman ne olur? Ne olacak, önce gerçekliği yitirir, sonra inanmadığınız tümceleri birbirine bağlamaya çalışırsınız. Kimseyi incitmek istemem ama herkesin bu anlamda kendini sorgulamasında sonsuz yarar bulunmaktadır.

“Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir” sözünü içselleştirmedikçe, elbette bunun mümkünü yoktur. Bu belirlemeleri, özgürlük ve bağımsızlık simgesi İzmir’de yapıyoruz. Baskı ve yıldırmanın bin çeşidinin yaşandığı uzak kentlerdeki yoldaş yazarları düşündükçe, kalbim ağrıyor. Bugün 9 Eylül Gazetesi gibi, söz konusu değerler konforunun doyasıya yaşandığı yerlerdeki her kalemşor, biraz da o arkadaşları düşünmek zorundadır.

Şimdi biz yazar, siz okur olarak, doğru oturup doğru düşünmek ve sormak zorundayız: Bu yazılar gerçekten ne işe yarıyor? Sizi bilmem, ister yazar, ister okur olarak bakayım, bir yazı küçücük bir pencere bile açmıyorsa, ben kâğıda da, mürekkebe de, gözlerime de çok acıyorum.