En büyük meraklarımdan birisi National Geographic kanalını seyretmektir. Bu kanal sayesinde dünyanın değişik coğrafyalarında olan biteni görmek fırsatı yakalıyorum. İlkel insanların yaşamını, Amazon ormanlarının gizemini, yüksek dağların zorlu koşullarını çekim ekipleri ile birlikte yaşıyor, heyecanlanıyorum.
Bu kanalda sadece doğayı değil, vahşi hayvanların yaşamını da seyretmekten zevk alıyor, zaman zaman da bu yaşamlarla insan yaşamı arasında paralellikler kurarak bundan dersler çıkartıyorum. Geçenlerde çakalların yaşamı ile ilgili bir belgesel seyrettim. Bu hayvanların yaptığı bir şey beni hayretler içinde bıraktı. Biliyorsunuz, çakallar avlanan hayvanlar değil. Yaşamlarını başka hayvanların avladıklarından çalarak sürdürüyorlar. Örneğin aslan avlanıyor, kendisinin ve yavrularının karnını doyurduktan sonra artanı bırakıp gidiyorlar. Çakallar da kalanı mideye indiriyor. Ya da çita gibi kendilerinden daha güçsüz olan hayvanların avlarını, sürü halinde gelip, avcıyı korkutarak kaçırmak suretiyle ele geçiriyorlar.
Bu nedenle, hiçbir hayvan çakalı yakınında istemiyor ve onların kokusunu aldığı zaman da avlanmadan oradan uzaklaşıyorlar.
***
Çakal bu problemi çözebilmek için aslan, çita gibi avcı hayvanların sidikleri, dışkıları üzerine yatıp yuvarlanıyor, böylece takip ettiği avcı hayvanın kokusuna bürünerek kendi kokusunu gizliyor ve rahatça avcı hayvanın yakınına kadar sokulabiliyor. Bunu izleyince, ister istemez çevremizdeki iki ayaklı çakallar aklıma geldi. Hayatta Atatürk’ü sevmediği halde trend gereği hızlı Atatürkçü kesilen, dinle, Allahla alakası olmadığı halde yine trend gereği sakal uzatıp, badem bıyık bırakıp gerçek dindarların arasına karışan iki ayaklı çakallar. Aslında bunlar hep aynı insanlar; Atatürkçü geçinenler de dindar geçinenler de. Rüzgarın estiği yönü çok iyi tahmin edip, kokuları alınmasın diye herkesden önce o rüzgara doğru yürürler, koku ve şekil değiştirerek asıl avcıların etrafına sokulur ve onların rantını yerler. Bunları, iş hayatında, medyada, parti çalışmalarında sık sık görmek mümkündür. Tıpkı leş yiyen çakallar gibi, çirkin, iğrenç ve mide bulandırıcıdırlar. Ne yazık ki, bunlardan kurtulmak mümkün değildir. Bizim başarılarımızdan ganimetler çıkararak varlıklarını sürdürürler. Sevilmezler ama büyük bir yüzsüzlükle etrafımızda dolanırlar.
Önemli olan onları sofraya oturtmamaktır. Artıkla beslendikleri sürece muhtaç ve korkaktırlar. Onlara doğru dönüp kükrediniz mi ortadan yok olurlar. Ama, onları hoş görür, adam sende ne zararları olabilir deyip çakallarla sofraya oturursanız, sonuçlarına katlanmak zorunda kalırsınız.