Adam sanki yıllarca bizim memlekette yaşamış.
“Bir ülkeyi tanımak istiyorsanız, o ülkede insanların nasıl öldüğüne bakın” diyen birini daha başka nasıl düşünebilirsiniz ki?
Albert Camus’tan bahsediyorum. Hani tam futbolda popüler bir isim oluyorken vereme yakalanıp sonrasında kendini felsefeye veren Fransızların ünlü yazarı…
Kartalkaya faciası sonrasında, üzerimize cuk oturan o cümlesiyle yine kulaklarını çınlattık rahmetlinin.
Peki ya Camus ile hemen hemen aynı yıllarda doğan Bedri Rahmi’nin sanki bugünlerimizi görerek yazdığı dizeleri:
Şu dağın başında bir top gülüm var / Uzun sözün kısası iki türlü ölüm var / Biri mum gibi yanmak sonuna kadar / Öteki vakitli vakitsiz insan elinden / Ölüm Allah’ın emri ne denir/ İnsan eliyle ölmek insana ağır gelir.
***
Çeşidi ne olursa olsun, her türlü ölümü alın yazısı olarak gören, dededen muhafazakâr bir ailede büyüdüm ben.
Kaderciydi herkes. Pek çok Anadolu evi gibi, ölene “Vadesi gelmiş”, yaşayana da “Öldürmeyen Allah öldürmüyor bak!. Demek ki daha yiyecek ekmeği varmış” denirdi bizde de…
Bugün sıkça tekrarladığımız “pisi pisine ölmek” deyimini çocukluğumun Türkiye’sinde hiç duymamıştım mesela.
Oysa…
Onlarca, yüzlerce insanımızın denetimsiz madenlerde göçük altında kaldığı, iş güvenliği denetimi yapılmadığı için iş kazalarında öldüğü, dere yataklarında yapımına göz yumulan evlerinde boğulduğu, göz ardı edilen deprem yönetmeliği yüzünden enkazlarda can verdiği, denetimsiz ve bakımsız trenlerin raydan çıkıp kafa kafaya çarpışmasıyla cinayet gibi kazalara kurban gittiği, denetimsiz asansörlerden çakıldığı, kontrolsüz silah satışı ve denetimsizlik yüzünden maganda kurşunlarına hedef olduğu, tehdit unsuru olduğu halde rahatça dolaşabilen eli kanlı caniler tarafından pompalı tüfekle vurulduğu, yeni doğmuş bebeklerin çıkar çeteleri tarafından (denetimsiz yoğun bakım servislerinde) göz göre göre öldürüldüğü, etil alkol yerine metil alkolle yapılan sahte içkilerle komalık olup kurtarılamadığı, kimse ilgilendiği için kapağı açık kalan fosseptik çukuruna düşüp boğulduğu, ihmal ve denetimsizlik sonucunda asfalt üzerindeki elektrik akıma kapılarak herkesin gözü önünde titreye titreye can verdiği, plajda üzerinden geçen sürat teknesi tarafından param parça edildiği, anaokulunda düşen lavabonun altında ezilerek öldüğü ya da daha ucuz olduğu için motorin yerine tercih edilen 10 numara yağ yangınıyla otobüslerde kömüre döndüğü bir Türkiye’de yaşıyoruz artık.
Şimdi gelelim milyonlarca insanımızın kafasındaki 2 kritik soruya:
1- Yaşamak, ayakta durabilmek için canımızı dişimize takmışken, bu kadar basit mi ölmek?
2- Pisi pisine (hasbelkader) yaşamak mı yoksa pisi pisine ölmek mi?
Elbette hayır!
Pisi pisine ölmeyi reddediyoruz.
İnsan gibi yaşayamıyorsak, bırakın insan gibi ölelim!