Artık şunda bir anlaşalım: Demokratik rejimler, yerel demokrasinin varlığı ve işlerliği ile güç kazanır. Merkezi idarenin yerel yönetimler üzerinde baskı kurmak yerine onlarla iletişimini sağlamlaştırıp omuz vermesi, en başta demokrasiyi güçlendirir. Bunu bir tarafa yazdık.
Devlet idaresini yani merkezden ve yerinden yönetimi bir “bütün” olarak tanımlayan Anayasamızın 123. Maddesi’ni de diğer tarafa…
Ama benim güzel ülkemde işler böyle yürümüyor maalesef. Merkez, kendisiyle siyasi farklılığı olan yerel yönetimleri “silkelemeyi” tercih ediyor.
Anlaşılan o ki, iktidar, yapılacak ilk seçime kadar bu yoğurt yeme tarzında bir değişikliğe gitmeyecek. Hatta muhtemelen mengeneyi biraz daha sıkacak.
Öyleyse muhalefetteki yerel yönetimler, oyunun kurallarını yeniden belirlemeli.
Bunun yolu, yeni başarı hikâyeleri yazmaktan geçiyor.
*****
Geçen dönemden devralınmış yüklü SGK borcu nedeniyle “en zor durumdaki CHP’li belediye” olarak lanse edilmeye çalışılsa da, avantajları ve yüksek potansiyeli nedeniyle yeni başarı hikâyesi yazma konusunda en şanslı kent İzmir aslında.
Avrupa’ya dönük yüzü ve entelektüel birikimi, İzmir’in çok önemli bir artısı. Tıpkı eğitim düzeyi yüksek nüfusu ve müteşebbis gücü gibi…
Ama her şeyden önce binlerce yıllık tarihe uzanan renkli kültür mozaiğimiz, bereketli topraklarımız, ideal iklim koşullarımız, gelişmiş ticaret kültürümüz, turizm potansiyelimiz, stratejik konumumuz, limanlarımız; jeotermal, rüzgar ve güneş gibi alternatif enerji potansiyellerimiz var.
Sivil toplum örgütlerimizin gücünü ve duyarlılığını da yabana atmamalı!
Peki bu kadar zenginlik içinde ne yapmalıyız? “Muhalif İzmir” olarak kendi göbeğimizi kendimiz kesebilir miyiz?
*****
Bu işin formülü, Türkiye’nin en önemli kent bilimcilerinden Prof. Dr. İlhan Tekeli’nin yıllar önce ortaya attığı öneride gizli aslında...
Sadece bir partinin ya da kendisini seçen seçmenlerin değil “tüm kentin ve kentlilerin başkanı” olduğu bilinciyle hareket eden belediye başkanı, gerek oluşturduğu katılım mekanizmaları gerekse yönetim pratiğiyle bu bilinci tüm kente yayabilir. Arkasına kentlileri alan belediye projeleri böylece “İzmirlilerin projeleri” haline dönüşecektir.
Bir nevi yerel kalkınma koalisyonu…
Bu sahiplenme duygusu ne kadar güçlü olursa, belediye projelerine set koyan merkezi yönetimin aslında “İzmirlilerin projelerini” engellediği algısı ortaya çıkar ki, bu da iktidar açısından istenmeyen bir durum, muhalif belediye başkanı için de çok güçlü ve haklı bir pozisyondur.
Bakın İlhan Hoca bu konuda ne diyor:
“Bir belediye, muhalif olduğu için engellenmekte olsa da iş yapmada, hizmet üretmede iddiasından vazgeçmemelidir. İş yapma iddiası taşıyan belediye, sürekli katılımcı projeler üreterek, halkın ilgili konulardaki hayallerini ve taleplerini geliştirerek, merkezin engellemelerinin siyasal maliyetini artırmaya çalışmalıdır.”
Kentlilerle birlikte hizmet üreten, proje geliştiren bir yerel yönetim, kendi mali kaynaklarını oluşturma ve harcama konusunda da daha bağımsız olabilir.
*****
Az önce unuttuk; İzmir’in en büyük avantajlarından biri de, 2009 yılında Aziz Kocaoğlu’nun başkanlığı döneminde kurulup o tarihten bu yana varlığını sürdüren (ve Türkiye’de başka bir örneği olmayan) İzmir Ekonomik Kalkınma Koordinasyon Kurulu’dur.
Holding CEO’sundan sendika temsilcisine kadar kente ve olaylara çok farklı yönlerden bakabilen kişilerin aynı masada ve ortak paydada, yani İzmir için bir araya geldiği, yüzyıllardır süregelen birlikte yaşama kültürümüzün en güzel örneklerindendir İEKKK. Geniş tabanlı ve çok sesli…
“Kendi göbeğini kesebilme” mücadelesi için yürüteceği her projede kentlilerin desteğini alıp onlarla kol kola ilerleme hedefindeki İzmir Büyükşehir Belediyesi, yerel kalkınmanın fitilini, yeniden etkin hale getireceği İEKKK’da ateşleyebilir.
Önerimiz, 140’ı aşan üye sayısının azaltılıp kurulun yenilikçi ve girişimci, dünyayı ve rekabeti çok iyi bilen yeni üyelerle takviye edilmesidir. Motive edilmiş, aidiyet duygusu kazandırılmış ve hedefe kilitlenmiş bir İEKKK, yerel dinamiklerin hızla harekete geçirilmesi konusunda lokomotif olabilir. İzmir’in gelişimini hızlandırıp olası yeni krizlere karşı dayanıklılığını da yükseltebilir.
Nihayetinde bu kent hepimizin!
Katılımcı projeler üretip kenti kentliyle birlikte yöneten, güvenilir (ve muhalif) bir yerel yönetimin, uluslararası piyasalarda uzun vadeli ve uygun faizli krediye erişimi daha kolay olacaktır.
*****
İzmir kendi göbeğini kendi keser. Vallahi de keser, billahi de keser!
Yeter ki, oyunun kurallarını yeniden yazmaya bir an önce başlayalım. İktidarların hep gündeminde olan (ve Turgut Özal’la birlikte ilk kez seçim kampanyasında resmen ilan edilen) “Muhalefetin elindeki belediyelerin elini kolunu bağlayıp iş yapamaz hale getirme” düşüncesine karşı yeni stratejiler geliştirelim.
İzmir’in performansını sınırlama ve itibarsızlaştırma çabalarına en güzel cevap bu olacaktır.
(Bu yazıda kullanılan “yapalım, edelim” türünden ifadeler, siyasi bir bakış değil yaşadığımız kente karşı aidiyet duygusu olarak görülmelidir. İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin ana muhalefet partisi tarafından yönetiliyor ve iktidar partisi tarafından sıkıştırılıyor olması, gönlünde başka parti yatan İzmirlilerin “Bana ne kardeşim!” diyeceği bir durum değildir.)
Dedik ya, nihayetinde bu kent hepimizin!