Adamın adı Alfred Kantorowicz… 18 Haziran 1880 Polonya doğumlu.
Eğitimini, dönemin Almanya’sında diş hekimliği alanında tamamlayan Alfred, diş hekimliğini 6 ay yaptıktan sonra tıp eğitimi aldı.
1914-1918 yıllarında süren 1. Dünya Savaşı sırasında, Almanya’daydı.
Alman Genel Kurmayı, savaşın zaferle bitmesine az kaldığı algısını yaratıyordu.
Ancak durum hiç öyle değildi ve Almanlar 1. Dünya Savaşı'ndan mağlubiyetle ayrılmışlardı.
Her iktidarın yaptığı gibi başarısızlık karşısında bahaneler sıralanıyordu.
Mesela iktidara göre; mağlubiyetin sorumlusu Kovid’in benzeri bir salgın olan “İspanyol Gribi” idi.
Peşinden patlayan büyük ekonomik kriz ve para darlığı yönetimi iyice sıkıştırmıştı.
Peşinden gelen işçi grevleri, denizci ayaklanmaları, halk hareketleri buhran yaratmıştı.
Alman sağına göre savaşın kaybedilmesinin ana sebebi; Alman solu, yani, komünist, sosyalist, sosyal demokrat grupları ve Yahudilerdi.
Yıllardır yönetimde olan sağcı iktidar, savaşın kaybedilmesini, muhalefetteki solcuların tamamıyla etnik kökenine, Yahudiler ‘e bağlıyordu.
Bu kaos içerisinde Naziler, her alanda örgütleniyor, propagandalarını böyle kuruyorlardı.
“Kasım Hainleri”, “Sırttan Bıçaklama” gibi tarihe geçen algı söylemleriyle, akıllara Almanya’yı sadece Nazi Partisi’nin kurtaracağını yerleştirmişlerdi.
30 Ocak 1933’te lebalep dolu meydanlar, bayraklar ve şenlikler ile Hitler Alman Şansölyeliği'ne atandı.
Hitler göreve gelir gelmez, Şubat ayı içerisinde diğer partilerin organizasyon yapmasını yasakladı.
27 Şubat’ta parlamento yangını çıktı.
Olay yerinde yakalanan, akıl sağlığı bozuk, Hollandalı Marinus Van Der Lubbe adındaki Hollandalı genç adamın üzerinden, Hollanda Komünist Partisi kimliği çıktı.
Tamam, parlamentoyu komünistler yakmıştı…
Bunu fırsat edinen Naziler “Komünizm ayaklanması geliyor” diyerek 24 saat içerisinde;
“Halkı ve Devleti Koruma” adına(!), temel hak ve özgürlükleri içeren 7 anayasa maddesi askıya aldı.
Bu kararname ile birlikte, eyaletlerin özerkliği de askıya alınıyor, Nazilerin politik rakiplerine karşı her türlü anti demokratik hareketi yasallaştırılıyordu.
Çünkü ülkede artık “Beka Sorunu” vardı.
İktidara geliş öyküsünü anti sol söylem ve etnisite, bir başka deyimle ırkçılık üzerine kuran Naziler durumu, anlayacağımız tercümeyle “Beka” korkutmasıyla artık açık faşizanlığa çevirmişlerdi bile.
İşin korkunç ve hayrete düşüren tarafı da, binlerce insanın şenlikler ve şölenlerle, Nazi toplantılarını, mitinglerini ve söylemlerini destekliyor olmalarıydı.
7 Nisan 1933’te “Ulusal Kamu Kanunu” çıktı.
Alfred Kantorowicz, hem Yahudi hem de yetmezmiş gibi (!) Sosyal Demokrat Parti üyesi idi.
Kanuna göre, bu tanımdaki kişiler artık kamuya ait alanlarda çalışamazdı.
Önce hapishaneye oradan, toplama kampına gönderilmiş, gaz odasında ölüm sırasını bekliyordu…
Paralel tarihlerde İstanbul’da Dolmabahçe Sarayı’nda çalışma masasının üzerine bir dosya kondu.
Dosyanın içerisinde yaklaşık 50 kadar uzman profesör ve eğitimcinin ismi yazılıydı.
Sadece bir ismin üzeri çizilmişti… Alfred Kantorowicz…
Mustafa Kemal Atatürk, “Bunun üzerine niye çizik?” dedi.
Durum anlatıldı. Yahudi olduğu ve şu an toplama kampında bulunduğu söylendi.
Atatürk, Nazi Hükümeti’ne yazı yazarak bu eğitimci bilim adamını istedi.
Mektubuna iki ay boyunca yanıt gelmeyince, Dış İşleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras’ı çağırdı.
Alman Nazi Hükümeti’ne resmi nota verildi.
Alfred Kantorowicz , sert cümleler içeren nota Nazi Hükümeti’nin eline geçer geçmez, 48 saat içerisinde, Türkiye’ye gönderildi.
Bu Kantorowicz, Türkiye’deki Diş Hekimliği üniversitelerinde yıllarca eğitim verdi.
Talebeler, profesörler yetiştirdi.
Alman toplama kamplarında, gaz odaları önünde ölümü bekleyen bir beyin, genç Cumhuriyet’in eğitim ordusunun temel taşlarından biri oldu.
Türkiye’deki kaynaklara göre yaklaşık 190 adet Yahudi asıllı bilim adamı bu yolla Türkiye’de görev görmüş, bugünün birçok bilim kolunda, temel taşlarını oluşturmuşlardı.
Alfred Kantorowicz de onlardan biriydi ve ömrü burada geçmişti.
Kantorowicz, 1946’da Türk vatandaşı olmak istedi. Dönemin hükümeti kabul etmedi.
Kantorowicz, 1950 yılında Almanya Bonn’a döndü, 1962’de orada öldü…
Atatürk öldüğünde ise dişlerinde Kantorowicz’in dolguları vardı.
….
Sabah uyandığımda, 3-5 aylık Merkez Bankası Başkanı’nın tek kararname ile görevden alındığını, parlamentonun imzaladığı, İstanbul Sözleşmesi’nden, bir kararname ile vazgeçtiğimizi, bu gelişmeleri yine saatlerce veremeyen ana akım medyayı görünce şaşkınlık duvarını aştım.
Hiç bu konulara girmeyeyim diye hikaye yazayım dedim…
Alakası yok yani olanlarla…
Maksat cebinizde hikaye olsun…
***
Halil Akbunar
Göztepe’ye ayrı bir bağlılığımızın olduğu doğrudur.
Gazeteciliğe başlangıç yaptığımız yer, 38 yıl önce,
Gürsel Aksel Stadı’nın toz toprak, sahasının kenarıdır.
Yaşımızın yettiği kadarıyla, Halil abimizin, Nevzat hocamızın elini öpme şerefi, efsanelerin sesini duyma, futbol oyununu öğrenme onurunu oralarda yaşadık.
Pamuk Hasan, Esat Baba gibi kulüp emektarlarıyla bir demli çay eşliğinde, deplasman hikayelerini tartışıp, kimi gülmek ağlamak hikayeleri hatıralarımızda durur hala…
Halil Akbunar, günümüz Göztepe takımının genç yıldızı.
Bir Göztepelinin Göztepe formasıyla mücadele ederken milli takıma davet edilmesi,
İzmirli bir spor sever olarak gurur kaynağımız oldu.
Darısı Altay, Altınordu, Bucaspor, Karşıyaka başta olmak üzere tüm kulüplerimizin başına…
Benim hatırladığım İzmir’de aktif futbol oynarken Milli Takıma bir futbolcu çağırılmayışı, 40-45 yıl olmuştu…
Tebrikler Halil Akbunar kardeşim…
Gurur duyduk… Yolun açık olsun…
Bari sebep bildireydin…
Göztepe’de tramvay durağının dibinde iki adet basketbol sahası kapalı.
Kapılarda kocaman kaynak var…
Adam iki çocuğunu basketbol sahasına, sahanın etrafını çeviren tel örgülerdeki yırtıktan sokuyor…
Maksat çocukları spor yapsın…
Sebebini anlayamadık tabi…
İzmir Büyükşehir Belediyesi yetkililerinin bilgisine bir sunalım buradan…
Bu sahaların, giriş kapıları neden kaynakla kapanmıştır?
Diyelim ki tamirat yapılacaktır, bakım yapılacaktır….
Bir küçük yazı yazılamaz mı üzerine?
Yani bir sebep bildireydin kardeş…
Buraları halkın nefes alıp, spor yaptığı, küçük ama yararlı alanlar.
Nezaket, en azından vatandaşa bilgi vermeyi gerektirir.
***
Oluyor be Naci Beyciğim…
“Görevden alınmam sebebiyle şükranlarımı arz ediyorum…”
Oluyor be Naci Beyciğim…
Pek de fazla şey etmemek lazım…
Misal bak hiç unutmam, beni de çalıştığım gazeteden kovmuşlardı.
O zaman tivitır mivitır yok tabi, ben telefonda hafif ses yükselterek yaptıydım…
Bak hiç unutmam, aynısı gibiydi…
O zamanki müdür, ertesi gün arayıp, “Yav sen bana küfür mü ettin dün” dediydi…
Biraz geç şarj etmişti ama olsun…
Oluyor be Naci Beyciğim…
Ben de şükranlarımı sunarım, bilmukabele, saygılar…
***
DELİ ZİYA
Merkez Bankası’nın başına Yılmaz Vural gelsin.