Edebiyat dünyamız, 17 Mayıs 2024'te kıymetli bir kalemini daha kaybetmişti: Aydoğan Yavaşlı. O, yalnızca yazdıklarıyla değil, duruşuyla, cesaretiyle, şiirleriyle, çocuk edebiyatına kattıklarıyla ve en önemlisi içtenliğiyle anılacak saygın bir isimdi. Usta yazarın ardından pek çok dostu, öğrencisi ve okuru onu sevgiyle anarken, geride bıraktığı eserler onun mirasını yaşatmaya devam ediyor. Yazar Aydoğan Yavaşlı aynı zamanda bir İzmir aşığıydı. Çok sevdiği İzmir’den Aydoğan Ağabey’i sevgi ve saygıyla selamlıyoruz. Ruhu şad olsun…
Yaşamını ağırlıklı olarak İzmir’de geçiren, 1955 yılında Manisa’da doğan Aydoğan Yavaşlı, edebiyat sevgisini ve öğretme tutkusunu genç yaşta kazandı. 1975’te Gökçeada Atatürk Öğretmen Lisesi’ni, 1988’de ise Eskişehir Anadolu Üniversitesi’ni bitirdi.
Uzun yıllar ilkokul öğretmenliği yaptı, öğrencilerine yalnızca müfredatı değil, hayata dair değerleri de aktardı. Öğretmenliği yalnızca bir meslek olarak değil, bir yaşam biçimi olarak benimsedi ve her zaman edebiyatla birleştirdi.
2 Temmuz 1993, Türk edebiyatı ve aydınları için kara bir gün olarak tarihe geçti.
Sivas’ta Madımak Oteli’nde gerçekleştirilen katliamda, pek çok değerli insan hayattan koparıldı. Usta Yazar, Güzel İnsan Aydoğan Yavaşlı da, Sevgili Eşi Melahat Hanım ile birlikte o cehennemden yaralı olarak kurtulanlardan biriydi. Ancak, yaşadığı fiziksel yaralar zamanla iyileşse de ruhundaki yara hiçbir zaman kapanmadı. Yangın sırasında ilk fenalaştığında ona ilk müdahaleyi, o gün yitirdiğimiz şair ve doktor Behçet Aysan yapmıştı. O günden sonra Yavaşlı’nın yaşamı, hem kaybettiklerinin hem de hayatta kalmanın ağırlığını taşıdığı bir sürece dönüştü. O anların izleri, onun eserlerine ve düşüncelerine hep yansıdı. Katliam sonrası her zaman yarım, her zaman hüzünlü, ama aynı zamanda hep dirençli bir duruş sergileyerek, gericiliğe ve bağnazlığa karşı mücadelesini onurlu kalemiyle sürdürdü.
Edebiyat dünyasına şiirle adım atan, bu serüvenini şiirin yanında çok yönlü bir yazar olarak sürdüren Aydoğan Yavaşlı, özellikle çocuk edebiyatında Türkiye’nin en üretken kalemlerinden biri olmuştu. Kaleme aldığı eserlerinde sevgi, dostluk, vefa, gözlem gücü ve doğa sevgisi ön plana çıkmıştı. Çocukları bilinçlendirmek ve onları hayata hazırlamak adına yazdığı kitaplar, yıllar boyunca genç okurlarla buluştu.
GENÇLERE TARİH
BİLİNCİ AŞILADI
Onun eserlerinde doğa, hayvanlar ve tarihsel şahsiyetler önemli bir yer tutttu.
Yavaşlı, Atatürk, Hasan Tahsin ve Öğretmen Kubilay gibi figürlerin yaşam öykülerini genç nesillere aktararak, tarih bilinci aşılamıştı. “Maceralar Teknesi” serisinde, kahramanlarını tarihi serüvenlere götürerek, onları geçmişin büyüleyici dünyasında keşfe çıkarmıştı.
Ayrıca, “Hayvan Günlükleri” serisiyle, hayvanların gözünden dünyayı anlatan ve empatiyi geliştiren hikâyeler kaleme almıştı. Bu seriyi yazarken büyük keyif aldığını dile getiren Yavaşlı, hayvanlarla kurduğu bağ ve doğaya duyduğu sevgiyle de hatırlanacaktır:
“Bugüne değin onlarca çocuk kitabı yazdım. Kitaplarımla ilgili olarak yüzlerce okulda öğrenci okurlarımla söyleştim. Bana hep en çok hangi kitabımı sevdiğim soruldu. İtiraf etmeliyim ki yazarken en çok keyif aldığım kitaplarım, bu dizide yer alanlar oldu. Kimi zaman kirli bir kedi oldum, kimi zaman topal bir at bazen şaşkın bir köpektim, bazen de utangaç bir yunus… Kendi kitaplarım içinde okumaktan da çok zevk aldığım kitaplar bunlar.”
SİVRİ DİLLİ
CESUR KALEM
Aydoğan Yavaşlı, sadece çocuk edebiyatı yazarı değildi; aynı zamanda gerektiğinde yerinde kullandığı sivri bir dili vardı; cesur ve eleştirileriyle tanınan bir edebiyat insanıydı.
Özellikle mizahi anlatımı ve ironiyle süslediği eserleri, sanat dünyasının eksiklerini ve hatalarını ustalıkla dile getirmesine olanak tanıyordu. Edebiyatı, yalnızca hikâyeler anlatmak için değil, toplumu eleştirmek ve aydınlatmak için de kullandı. Eleştirel yazılarında ve mizah kitaplarında, kimi zaman sert, kimi zaman alaycı bir üslupla okuyucuya ulaştı. Usta Yazar Tarık Dursun K., onun eserleri için şöyle diyordu:
“Yavaşlı, şekere buladığı mermileri gene hayatın gülünesi, bir anlamda da düşünülesi yanlarına gönderiyor. Bu, kimi zaman bir sanatçının yaşadığı trajikomik öykü oluyor, kimi zaman da sıradan insanların gündelik kaygılarının, sevinçlerinin pek açığa çıkmayan dili.”
Oğlu Doç. Dr. Doğukan Doğu Yavaşlı, ölümü sonrası babasına dair şu sözleri kaleme almıştı:
“Babam öğretmenliği boyunca birçok öğrenciye dokundu, onların hayatlarını olumlu yönde etkiledi. Madımak yangınında annem ve babam ölümle burun buruna geldi. O gün, aslında sağ çıkan kimse olmadı. Babam sivri diliyle tanınırdı ama içinde bir Türkçe âşığı yatardı. Son nefesine kadar laik ve bağımsız Türkiye için yazdı, çizdi.”
Aydoğan Yavaşlı’nın manevi torunu Ayla Nur Bilgili, onun ardından şu şiiri yazmıştı:
Bu dünyadan bir Aydoğan Yavaşlı geçti
Beraber çıktık şu merdivenlerden.
Geçtiğimiz şu cadde,
Başını okşadığımız beyaz kedi.
Kokladığımız mor nergisler.
Bostanlı Parkı'nda beşer bardak şekersiz çay.
Kitabevinin ahşap masalarında sohbetler.
Birer porsiyon Manisa kebap,
Usanmadan tekrar tekrar anlatılan anılar.
Bir tozlu fotoğraf makinesi,
Bir lacivert şapka.
Heyecanla planlanan gelecekler.
Mavi kapaklı kitaplar.
Bir cuma selasıydı vedan.
Artık ne kitaplarımız, ne şiirlerimiz,
Ne tiratlarımız ne de kuşbaşılı pidelerimiz.
Yalnız anılarımız, yalnız topraklarımız, yalnız nergislerimiz...
Kusura bakma, nergisini getiremedim.
Nergis mevsimi geçmiş.
Bu dünyadan bir Aydoğan Yavaşlı geçti...
Evet bu dünyadan Aydoğan Ağabeyimiz geçti. Keşke daha uzun bir süre kalabilseydi…
Aydoğan Yavaşlı benim için, kendine has özellikleriyle, şairliği ve yazarlığıyla, öne çıkan dik, erdemli duruşuyla her zaman çok kıymetli bir insan oldu. Yavaşlı, hayatı boyunca da bu duruşundan hiç ödün vermeden yazdı, düşündü ve düşündürdü.
Sözünü sakınmayan, doğru bildiğinden şaşmayan bir kalemdi. Bugün ardında onlarca eser, binlerce öğrenci ve milyonlarca kelime bırakarak aramızdan ayrıldı. Ancak, o eserler okunmaya devam ettikçe, adı her daim yaşayacak. Ben Değerli Aydoğan Yavaşlı Ağabeyimizi, duvarların ardında geçirdiğimiz fırtınalı yıllar sonrasında Dönemeç Dergisi’nin son döneminde tanımıştım. Her zaman zarif, nitelikli, örnek bir insan, dirençli, iyi bir kent aydınıydı. İz Gazete’de 2023 yılında kaleme aldığı ‘Bir Zamanlar İzmir’de’ başlıklı harika yazısında Dönemeç yıllarını şöyle anlatmıştı:
“Bu kardeşiniz Kemeraltı’nda yuvalanmış yayıncıların, dağıtımcıların ve bilumum kitapçıların arasında boy gösterdiğinde takvimler 1986’ın ilk aylarını gösteriyordu. Benim de zaten ilk şiir kitabım Ateş Salıncağı henüz çıkmıştı. İzmir’in köklü edebiyat dergilerinden Dönemeç, uzun bir ara verdikten sonra 1986’nın Mart ayında okurlarıyla yeniden buluşmaya başlamıştı. Yetişmemdeki emeğini her zaman saygıyla andığım Hüseyin Yurttaş, Dönemeç’te bana hem sayfalarını açmış, hem görev vermişti. Dergiyi aşağı yukarı birlikte hazırlıyorduk. Derginin tashihini yapıyor, çıktıktan sonra abonelere postalıyordum. Eleştiriler, tartışmalar ve dostluklarla geçen o yıllar şimdi geride kaldı. Dönemeç’in (aynı zamanda Yurttaş Dağıtım’ın) bürosuna gelen giden hiç eksik olmazdı. Örneğin, Tarık Dursun K.’yı ben orada tanıdım. Sık sık gelenler; Çınar Çığ, Metin Pütmek, Bahattin Ertük, Mehmet Şakir Örs, Avram Ventura, Şadan Gökovalı, Onur Şenli, Veysel Çolak, Ahmet Necdet Sözer, Yunus Koray, Efdal Sevinçli ve adlarını şu anda hatırlayamadığım onlarca şair, yazar, kitapseverdi. Yani kitaplara ve edebiyata sevgi besleyen her kim varsa, bir biçimde Dönemeç’e de uğruyordu.
İzmir’de edebiyatın ve güzel sanatların hemen her dalının konuşulduğu bir diğer mekân da Bodrum Meyhanesiydi. 2. Beyler sokakta, Kültür Matbaasının hemen yanı başında yer alan Bodrum Meyhanesi, tanınmışlığını Halikarnas Balıkçısı sayesinde sağlamıştı; eski müdavimleri öyle derdi. Güya ki Balıkçı, İzmir’e indiğinde heybesini Kemeraltı girişindeki çınar ağacına asar, böylece bütün İzmir’e geldiğinin mesajını verirmiş. Sonra hemen Foçalı Tahir’in işlettiği meyhaneye gelir ve davudi sesiyle “Merhaba!” diye seslenirmiş. Hazirun da “merhaba”yla karşılık verdikten sonra rakılar gidip gelirmiş. Biz de Hüseyin Yurttaş’la birlikte akşam büroyu kapatıp eve dönmeden önce Bodrum Meyhanesine mutlaka bir yoklama yapardık. Bakalım, derdik, kim var, kim yok. Aslında amacımız iki tek atıp Karşıyaka’ya öylece geçmekti, ama ne mümkün! Bodrum’a girer girmez masalara dağılmış, hararetle edebiyat konuşan bizim “milli takım”dan birilerini görürdük. Böylece o iki tek, iki yarım şişeye, olmadı “bi ufak 70’lik”e doğru yol alırdı. Filanın filan dergideki yazısı, falanın falan dergideki şiiri derken Karşıyaka’ya kalkan en son vapura zor yetişirdik. Bodrum’un bütün müdavimleri, aynı zamanda Dönemeç’in aboneleriydi.
Bazılarına göre Dönemeç, “Attilâ İlhancı”ydı. Attilâ İlhan’ın düşüncelerini paylaşanların toplaştığı dergi… Bu, bir yere kadar doğru olsa da bütün bütüne öyle değildi. Dergi kurucu ve sahiplerinden M. Kadri Sümer pek sevmezdi mesela. Dönemeç’te Hilmi Yavuz’la Tarık Dursun K.’nın da şiirleri, yazıları çıkardı. Hasan Ali Toptaş ile Cemil Kavukçu’nun ilk hikâyelerinden bazıları Dönemeç’te çıkmıştı. Şiirinin Dönemeç’te yayımlanmış olması, birçokları için bir tür ‘statü’ydü.”
Ruhu şad, yıldızlar yoldaşı olsun Sevgili Aydoğan Ağabeyin… O, son yıllarında yalnızlaşmıştı, bu dünyadan ayrılırken günümüzde biraz narsisizmin iktidar olmaya başladığı edebiyat çevrelerine farklı nedenlerle kırgın gibiydi. ‘Kırgın ve Atak’ adlı şiirini, çok önceden sanki bu ruh durumunu ifade etmek için yazmıştı. O şiirle selamlayalım Aydoğan Yavaşlı’yı:
“Kırgın ve Atak
Vazo kırıldı. İntizar edince ayna ve gölün dalgın
yakamozları. Sonra köpek ulumaları rüzgarlı kıyıların
çehresine donuk bir bakış gibi yapıştı. Şimdi
verir (mi) ellerini
porselen bulutlar ve o gri karmaşa (?)
insan eski bir vadinin terkedilişlere tanık olmuş
kuytularında savaşa hazırlanır ve onun gölgeli
ormanında batık bir gemi
(gibi)
arar kendini
Oysa ayna ve gölün kuşatılmış yalnızlığı
körpe bir kızla beraber yakar inmeli bedenini
Ben ki o gri karmaşadan aldım yağmurlu yüzümü
biraz da gönüllü giyindim hakkımda
verilen unutulmak hükmünü
Şimdi kim verir ellerini bana
ve nasıl hatırlatır paslı dilimi?”