İzmirli şair, öykücü, yazar ve gazeteci Dinçer Sezgin'in vefatının üzerinden tam 15 yıl geçti. Hayat, Ömer Hayyam’ın asırlar önce dediği gibi, ‘bir görünüp, bir yok oluyorsun’ misali hızla akıp gidiyor. Ancak, geride bıraktıkları ve eserleriyle Dinçer Sezgin hâlâ edebiyat dünyasında yaşamaya devam ediyor. O, çok yönlü bir edebiyat adamıydı; incelikli bir şair, iyi bir öykücü ve usta bir yazı adamı olarak tanındı. Radikal Gazetesi’ndeki ‘İzmir Esintileri’ köşesiyle İzmir’in ulusal ölçekte bir kültür penceresi olmasına katkı sağladı.

D. Sezgi̇n

Dinçer Ağabeyimizi genç sayılabilecek 71 yaşındaki ölümünden kısa bir süre önce, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi'nde ziyaret etme fırsatımız oldu.

Sevgili Namık Kuyumcu, Sevgili Haluk Işık ve ben, hastane odasında onu görmeye gittiğimizde, yüzündeki yorgun ifadeye rağmen bizi görünce çok sevinmişti.

Eşi Değerli Nevzat Ablamız bir süreliğine bizi yalnız bırakıp, aşağıya inmişti. Dinçer Ağabeyimizin ağırbaşlı, ciddi görüntüsünün ardında, daima ironik bir yanı vardı. Sevgili Namık, onu güldürmek için mavra dolu bir muhabbet açtı. Dinçer Ağabey kahkahalar atarak hem güldü hem de mizahı büyütüp daha da zenginleştirdi. Sevgili Haluk Işık da zaten bu ironiyi, kendi ironisiyle derinleştirmek için hazırdı. Hep birlikte kahkahalarla gülüştük, meğer o gülüşler birlikte yaşadığımız son neşeli anlarmış… Yanından ayrılırken hepimize iyi olacağına dair söz verdi. Ama hayat, bazen sözleri tutmaya fırsat vermez. Onu kaybettiğimizde, içimizde sadece o neşeli anların hatırası ve derin bir boşluk kaldı.

NEVZAT SÜER SEZGİN’E SELAM OLSUN

Dinçer Sezgin’in hayatındaki en önemli insanlardan biri de, eşi ve eğitim dünyasının değerli isimlerinden biri olan Yazar Nevzat Süer Sezgin’di. Kıymetli Ablamız özellikle çocuk edebiyatı konusunda sözü değerli bir kalemdi. Her zaman çok iyi bir eğitimci, iyi bir yazar olarak hayatını sürdürdü. Onların ikisinin ortak sevgisi, hayatın ve edebiyatın iç içe geçtiği, birbirini tamamlayan güzel bir hikâyeydi. Dinçer Ağabey'i önce mi tanıdım yoksa Nevzat Ablayı mı, tam hatırlamıyorum. Ama galiba Nevzat Ablayı, Dinçer Ağabey’den önce tanımıştım. İkisi de İzmir’in kültürel dünyasına önemli katkılar sunan, yazılarıyla ve paylaştıklarıyla hayatı anlamlandıran, üreten, dostlarıyla çoğalan iki güzel insandı. Kıymetli Dinçer Ağabey’in vefatından sonra Sevgili Nevzat Ablamız, onun anılarını yaşatmaya, edebi mirasını korumaya devam etti. İzmir, Sezgin’in yokluğunda bir parçası eksilmiş, buruk kaldı.

Dinçer Sezgin, 16 Haziran 1939'da İzmir'in Torbalı ilçesinde doğdu.

İlk ve orta öğrenimini Ege'nin köy ve kasabalarında tamamladıktan sonra Çanakkale Öğretmen Okulu ve Gazi Eğitim Enstitüsü Edebiyat Bölümü’nden mezun oldu.

Dinçer Sezgin dokuz yıl lise ve ortaokullarda öğretmenlik ve yöneticilik yaptı. 1966’dan itibaren TRT’de programcı, sunucu, yönetmen ve yapımcı olarak görev aldı. TRT’deki kariyeri boyunca bin beş yüz televizyon ve radyo programı hazırlayıp sundu. 1996 yılında emekliye ayrıldı ve edebi çalışmalarına İzmir’de devam etti. 19 Ocak 2010’da İzmir’de vefat etti ve Karşıyaka Doğançay Mezarlığı'na defnedildi. (Biyografisindeki bazı detay bilgiler değerli Ali Aksakal’dan aktarıldı) Dinçer Sezgin edebiyat dünyasına ilk adımını, 1959 yılında Türk Dili dergisinde yayımlanan “Tekerlemeler” adlı yazısıyla atmıştı.

Dinçer Sezgi̇n-1

ÖNEMLİ BİR PENCERE: ‘İZMİR ESİNTİLERİ’

Daha sonra Varlık, Gösteri, Oluşum gibi dergilerde şiirleri, öyküleri, denemeleri yayımlanmıştı. Dinçer Ağabeyimiz, Milliyet, Cumhuriyet, Yeni Yüzyıl ve Radikal gibi gazetelerde yazılar kaleme aldı. Son yıllarında Radikal Gazetesi'nde ‘İzmir Esintileri’ adlı köşeyi hazırladı. Eserlerinde toplumsal gerçekçilikten beslenen bir üslup vardı.

Öykülerinde, zamanın geçmişten günümüze akışını ustaca işledi. Eleştirmenler, onun anlatımını zamansız bir ırmağa benzetti. Örneğin Şair Hüseyin Atabaş, Dinçer Sezgin’i “hayatın şiirini arayan bir öykücü” olarak nitelendirirken, kadın edebiyatının öncülerinden Yazar Ayla Kutlu ise Dinçer Sezgin’in geçmişin insan hayatına etkisini ele alış tarzını vurguladı. Dinçer Sezgin’in öne çıkan eserleri arasında, İnsanların Ayak Sesleri (1959), Geçmişe Bakan Kadın (1991), Sokağa Çıkma Yasağı (1994), İzmir Esintileri (1994), Gözlerinde Mavi Kuşlar (1999), Kaveko (2005) ve Düş Kıyısında Beklemek (2005) bulunuyor. Dinçer Ağabeyimiz ayrıca, Çılgın Geliyor (1996), Bir Şişe Gözyaşı (2002) ve Düş Sokağı Çocukları (2004) adlı çocuk öyküleriyle de çocuk edebiyatına katkıda bulunmuştu.

Dinçer Sezgin ölümünden 8 yıl önce Kuzey Yıldızı adlı Edebiyat Dergisi’nde Emrah Altınok ile yaptığı söyleşide; edebiyat ve sanat dünyasına dair görüşlerini paylaşmıştı. Edebiyat dünyasında eleştiri eksikliğinin büyük bir sorun olduğunu vurgulamış ve sanatçıların birbirlerini eleştirmekten kaçındıklarını dile getirmişti. Ona göre, eleştiri yalnızca yargılamak değil, aynı zamanda sanatçıyı geliştiren bir süreçti. Şiir anlayışı üzerine yaptığı yorumda, şiirin anlatmaktan ziyade duyumsatan bir sanat olduğunu belirtmiş; “Benim şiirim umutsuz bir şiir değildir” diyerek, eserlerinde hüzün ve yalnızlık temalarının güçlü olmasına rağmen, içinde daima bir umut barındırdığını ifade etmişti. Dinçer Sezgin titizlikle hazırladığı ‘İzmir Esintileri’ köşesinin perde gerisini, Kuzey Yıldızı’na şöyle anlatmıştı:

Altı yıla yaklaşan bir süredir ‘İzmir Esintileri’ adlı bu köşede yazmayı sürdürüyorum. Köşenin oluşumunda tek etken, Türkiye’de çıkan hiçbir profesyonel ya da amatör anlamda gazetede, ‘özellikle İzmir’e ayrılmış bir köşe’ olmamasıydı. Bana bu iş önerildiği zaman, daha ağırlıklı olarak kültür-sanat-edebiyat etkinlikleriyle ilgili esintilerden söz etmem istendi. Politika içerisinde daima sanat vardır. Mademki sanat daima politika içerisindedir, işin politika yönüne de değinmem gerekir diye düşünüyorum. Kültür sanat olayları neler olabilir: tiyatrolar, galeriler, imza günleri, söyleşiler, paneller, açık oturumlar, tartışmalar vb. Ancak ben, yazılarımı kurarken hem söz edeceğim konunun sanatsal yanını öne almak, hem de bunun arkasında dönen bir dümen olup olmadığını saptamak istiyorum. Eğer böyle bir koku alacak olursam, onu da yazmakta olduğum kültür sanat yazısının bir köşesine koymadan edemiyorum. Son zamanlarda işin politikasına fazlaca girer oldum. Çünkü Sait Faik’in ‘Yazmasam deli olacaktım’ diye bir sözü vardı yanılmıyorsam. Ben de sanki yazmasam deli olacakmışım gibi bir duyguya kapılıyorum. Bir ‘İzmir Esintisi’ yazısını yazabilmek için mutlaka hazırlık yapmam gerekiyor. Diyelim bir kitaptan, bir resim sergisinden ve bir tiyatrodan söz edeceğim. O sergiyi görmeden, ressamla ve o kitabın yazarıyla konuşmadan, o tiyatronun oyuncularıyla, yönetmeniyle tartışmadan hiçbir biçimde oturup onlarla ilgili yazı yazmayı beceremiyorum. Mutlaka gidiyorum, görüyorum ve konuşuyorum. Benim görüşlerimi onlara aktarıyorum, onların görüşlerini alıyorum. Sözün özü bir yazı için en az üç gün hazırlanmam gerekiyor.”

Kapak Olmuştu-1

BENİM ANAYASAM AŞK”

Aynı söyleşide “Benim anayasam aşk” diyerek, insanlarla kurduğu ilişkiyi ve edebiyata bakışını açıklamıştı. Dönem dönem hayatında yaşadığı zorluklara rağmen, Dinçer Sezgin içindeki umudu ve edebiyat sevgisini hiç kaybetmemişti.

Şair Vecihi Timuroğlu, Dinçer Sezgin’i değerlendirirken onun şiirlerindeki temaların salt bireysel duygularla sınırlı kalmadığını, derin bir toplumsal bilinç taşıdığını ifade etmişti. Eleştirmenler, özellikle Gözlerinde Mavi Kuşlar adlı kitabında, bireyin günlük hayatındaki sıkıntılarını, yönetim erkiyle ilişkilerini, toplumsal değişimleri ve insanın iç dünyasını başarılı bir şekilde ele aldığını belirtiyorlardı. Gazeteci, Sinemacı, Oyuncu, Yazar Erol Aksoy, Dinçer Sezgin’in ölümü sonrasında kaleme aldığı dokunaklı yazısında; O’nu TRT’deki yıllarında tanıdığını ve onun sanatçı kimliğini koruma konusundaki ısrarlı direncini vurgulamıştı.

Erol Aksoy, Dinçer Sezgin’in TRT gibi bir kurumda 28 yıl boyunca var olmasına rağmen, sanatçı duyarlılığını hiçbir zaman kaybetmemesini, onun en büyük başarısı olarak değerlendirmişti. Değerli Erol Aksoy Dinçer Sezgin için, “Şiirler, öyküler ve son yıllarda gazetelerde sanat olayları üzerine yazılar, onca umutsuzca geçen yıllardan sonra diri kalmışlığın birer belgesidir.” diye yazmıştı. Gerçekten de Dinçer Sezgin zorlu yılların ardından Erol Ağabeyin değindiği gibi diri kalmışlığın bir belgesi olarak, yaşamının son döneminde çok üretici, verimli oldu. Özellikle şiirinden sonra öyküleriyle de dikkat çekti.

Usta Şair, Yazar Hüseyin Atabaş, Dinçer Sezgin’in ‘Gözlerinde Mavi Kuşlar” adlı öykü kitabını, O’nu çok güzel bir yerden izleyip yorumlayarak, şöyle değerlendirmişti:

Dinçer Sezgin’in yayımlanan son öyküler kitabı…

Sir Gecesi̇

Sokağa Çıkma Yasağı’nda başlayan konu çeşitlemesi, daha bir toplumsallık kazanarak, ülke sorunları durağına ulaşıyor. İlk kitaptaki ‘kapalı devre’ ilişkiler, ayrıntılar- nasıl söylemeli- sokaktaki insanın günlük yaşamını, yönetim erkiyle ilişkilerini içine alarak varsıllaşıyor.

Bu öykülerle, ilk iki kitaptaki pürüzsüz dilin, sağlam ve rahat anlatımın, başarılı kurgunun ustası Dinçer Sezgin’i yeniden bulu-yoruz. Bu öykülerde de onun ipek gibi söylemi, hüznün izleğinde yine sürüp gidiyor. Kimi öykülerinde fantastik söyleme aralanan kapı kapanıyor, yaşamın gerçekliğine açılan bir başka kapı çıkıyor önümüze. Bu kapıdan çıkıp yürüdüğümüz yol boyunca bir insan sıcaklığı kucaklıyor bizi.”

Dinçer Sezgin, yalnızca eserleriyle değil, edebiyata bakışı ve yaşama kattığı anlam ile de unutulmayacak bir isimdir. İzmir’in edebiyat dünyasında bıraktığı izler, yazdıkları ve fikirleriyle yaşamaya devam edecek. Ruhu şad olsun. En güzeli bu yazının sonuna ulaşırken, Sevgili Dinçer Sezgin’i güzelim bir İzmir şiiriyle anmak:

Sokağa Çikma Yasaği

NASIL SÖYLESEM

İzmir

Ege’nin koynuna

Yatmış bir taydır

Akşam alacasında

Yerinden kalkıp

Adalar boyunca

Şarkılarını söyleyecek

Bir hüzzam makamdır

İzmir

Bir buzlu bademdir

Kırkikindiler soyunca kabuğunu

Yağmur sonrasının

Toprak kokusu olur

Bedeninizi

Teni tuz kokan

Bir sevgiliyle buluşturur

İzmir

Bir yağmurdur

Dik yokuşlarından

Tırmanırken yalnızlığınıza

Soluğunuzun tıkandığı

Bir yerde

Sizi durdurur

Çoktandır söylemediğiniz bir şarkıyla

Yorgunluğunuzu

Yağmur damlalarının ürpertisinde buluşturur

İzmir

Tütün kokusudur

Tütün emekçilerinin umut tortusudur

Sabah ezanında

Yarım kalan uykuların

Zifiriyle buluşan

İşsiz kalma korkusudur

İzmir

Bir meyhanedir

Güneş bile

Tantalosta demlenir

Batmadan önce

İzmir bir meyhanedir

Yalan olmasın ama

Yorgun yüreklerin tümü

Bir çöp şişin

Kordon kokan buhurunda demlenir

(Agora Dergisi, Ocak 2001, Sayı: 13)