İzmir Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’nın yeni oyunu “Deli Dumrul”dan söz edeceğim bugün.

Tiyatronun Kurucu Genel Sanat Yönetmeni Yücel Erten’in önceki yıllarda Devlet Tiyatroları’nın farklı sahnelerinde farklı oyuncularla sahnelediği bir oyunu seçmesini eleştirenler oldu. Oysa Erten, doğru bir tercih yapmıştı. Bir yönetmen bir eser üzerinde yeniden çalıştığında, oyunun seyirci ile ilişkisini yeniden değerlendirme, yorumunu gözden geçirme imkanına sahip olur. İlk sahnelemede elde ettiği sonuçla yetinmez, oyun ne kadar başarılı bulunmuş olsa da, yorumuna yenilikler katmaya, yeni anlatım biçimleri denemeye çalışır. Yönetmen için bir ‘challenge’ -meydan okuma-dır bu tercih. Üstelik daha önce yorumlanmış ve ödüller kazanmış bir oyunun sahnelenmesi, İzmir seyircisinin karşısına risk taşımayan, başarı şansı garantili bir oyun getirmek demektir ki, İzmir Şehir Tiyatroları gibi genç bir tiyatronun seyirci ile bağını güçlendirmesi açısından önemlidir. Bu oyunu izlememiş genç kuşaklar için de şahane bir fırsat.

Yücel Erten’in İzmir Şehir Tiyatroları’nın ilk oyunu olarak “Azizname”yi seçmesinin ardında da benzer gerekçeler yatıyordu bana kalırsa. Nitekim karşılığını buldu. Seyirciyi eğlendirirken düşündüren oyunu İzmir seyircisi bağrına bastı. Mizah yazınımızın bir numaralı ismi Aziz Nesin’le başlayan serüven, genç bir oyun yazarının politik güldürüsü “Mor Şalvar”, Fransa ve Balkanlar’dan iki kara komedi “Bir Felaket Kutlaması-Tavşan Tavşanoğlu” ile “5 Nalla 1 At” ve dünya tiyatro edebiyatının büyük yazarı William Shakespeare’in komedisi “Bahar Noktası” ile sürdü. Hepsi de seyircide karşılığını bulan oyunlar oldu; Şehir Tiyatroları oyunlarını iki mevsim boyunca ‘kapalı gişe’ sürdürdü. 

***

Üçüncü mevsime seyircisini oluşturmuş bir tiyatro olarak giren Şehir Tiyatrolarının ilk oyunu olarak tiyatro yazınımızın klasik yapıtlarından “Deli Dumrul”u seçmesi son derece isabetli. Çünkü, oyunun yazarı Güngör Dilmen tiyatro yazınımızın büyük ustalarından biri ve genç kuşakların bu yazarı tanıması gerekiyor. Tanımaları gereken başka yazarlarımız da var; Haldun Taner, Turgut Özakman, Oktay Arayıcı, Vasıf Öngören, Sermet Çağan, Başar Sabuncu, Bilgesu Erenus, Özen Yula, Cuma Boynukara, Murat Mahmutyazıcıoğlu gibi… (Devlet Tiyatroları’nda oyunları çokça oynanan Musahipzade Celal, Cevat Fehmi Başkut, Ahmet Kutsi Tecer, Refik Erduran, Tuncer Cücenoğlu, Ülker Köksal, Recep Bilginer gibi klasik tiyatro yazarları yerine, tiyatromuza yeni bir dil, yeni bir biçem kazandırma yönünde başarılı çalışmalar yapmış yazarlarımızı andım; kimse kusura bakmasın).

“Deli Dumrul”da anlatılan Dede Korkut söylencesi, Gılgamış destanındaki ‘ölümsüzlük’ arayışını, Goethe’nin Faust’unun ‘şeytana ruhunu satan adam’ını çağrıştıran evrensel bir temayı işliyor. Bir susuz derenin üstüne köprü yapıp, “geçenden otuz akça, geçmeyenden tam kırk akça isteyen, Tanrıyı kızdırdığı için ölüme mahkum edilen Deli Dumrul ile bu hükmü yerine getirmek üzere dünyaya gönderilen Azrail arasındaki pazarlık, insanoğlunun temel çelişkilerine dikkat çekiyor. Bencilliğe karşı fedakarlığın, savaşa karşı barışın ve sevginin galip geldiği bir dünyanın özlemi içindeki günümüz insanına ‘vicdan’ kavramını anımsatıyor. Güngör Dilmen, oyununda Dede Korkut söylencelerinden yola çıkmış. Orta Asya ve Kafkas halklarının da sahiplendiği söylenceyi zamandan ve mekandan soyutlayarak aktarmış. Yazar, oyunun geçtiği mekanı şöyle tanımlıyor: “Oyun, bin yıl önce bugün, Oğuz illerinde Anadolu’da geçer”.

***

Yücel Erten, oyunu Güngör Dilmen ustaya yakışan, “mutlak tanrısal güce mesafe koyan, laik bir yaklaşım ve efsanelerin ağır ciddiyetinden uzak, halkın güler yüzlü filozofça tutumunu” yansıtan bir yorumla sahnelemiş. Dilmen’in oyunda kullandığı çağdaş çağrışımları daha da güçlendirmiş, güncellemiş yönetmen. Onun birkaç yerde kullandığı tekerlemeleri çoğaltarak oyunun seyirlik niteliğini öne çıkarmış. Erten’in yönetmen olarak ustalığını bir kez daha kanıtladığı oyunda yakalanan estetik bütünlüğe şapka çıkarmamak elde değil. Devlet Tiyatroları’ndaki sahnelemelerinde birlikte çalıştığı besteci Babür Tongur, koreograf Salima Sökmen’in çalışmalarını korumuş; elbette buradaki olanaklar ölçüsünde. Tongur’un nikriz makamından, Lidya makamına evrilen sahne müziği, Salima Sökmen’in hareket ve dans düzeni ile büsbütün anlam kazanıyor. Ortaya ‘eşliksiz’ ama eşsiz bir müzikal çıkıyor. “Deli Dumrul”un Anıl Işık imzası taşıyan sahne tasarımı, Deniz Bilgili’nin giysi tasarımı ve Yakup Çartık’ın ışık tasarımı yönetmenin yorumunu destekleyen çok başarılı çalışmalar. Oyunun zamansız ve mekansızlığını vurgularken, Güngör Dilmen’in delişmen ruhunu yansıtıyorlar el birliği ile. Kuşkusuz bu bütünlüğün mimarı yönetmen Erten. İZBŞT oyuncularının her oyunda kendilerini biraz daha geliştirdiklerini görmek sevindirici. Başrollerden koroyu oluşturanlara (köylüler, kervan, yiğitler, görücüler, düğün alayı, ağıtçılar, kurukafalar) tam bir takım oyunu çıkarıyorlar. Hiçbirini ayırt etmeden hepsini birden kutlamak isterim.

***

Toplumumuzun kültürel serüveninde sözlü kültürün önemi yadsınamaz. Ama tiyatromuzda bu gelenekten yararlanan az sayıda yazar ve oyun var. “Dede Korkut” onların en başında geliyor. Yücel Erten, bu kültürel mirası en yetkin biçimde değerlendirirken seyirlik oyun biçemini özgürce kullanmış. Halk bilimci Pertev Naili Boratav’ın sözcükleriyle “söz, ezgi ve seyirlik anlatımın bileşimi”nden yararlanarak çağdaş bir tiyatro yapıtı ortaya koymuş. Önümüzdeki günlerde Bodrum Tiyatro Festivali’nin açılışını yapacak olan “Deli Dumrul”u izleyeceğiniz oyunlar listesinin en başına almanızı öneririm.