Saldıranlar, dövenler, aşağı görenler, kovmaya kalkanlar, zerre tıp bilgisi olmamasına rağmen, mesela Tarla Bitkileri diplomasıyla sağlık emekçilerini yönetmeye kalkanlar, şifayı kötücül cahillerin muskasında üfürüğünde tükürüğünde arayan çağ dışı organizmalar dururken, “özür dilemesi gerekenler” listesinde bu satırların yazarına sıra gelir mi, bilinmez. Doktorlarımız bağışlasın, bu yazıda biraz tıbba dair ukalalık ve malumatfuruşluk yapılacak, yazının meramına destek olması amaçlanacaktır. Yazar, her birine selam olsun doktorlarımızın anlayışına sığınmaktadır.
Delirium, yeminini evrensel bir manifestoya dönüştüren ve bugün onu ödünsüz biçimde savunan meslektaşlarının başına türlü dertler açan Doktor Hipokrat tarafından, ilk kez 2500 yıl önce tanımlanmıştır. “Yoldan çıkmak-çıldırmak” anlamına gelir, nörobilişsel bir bozukluğu anlatır. Genellikle bilinç, bellek, düşünce, algı, davranış, dikkat ve uyku bozukluklarıyla, duygu dalgalanmalarıyla gözlemlenir. Nedenleri arasında “kafa travması” ilk sıradadır ve gerisini -yazarın yaptığı gibi- kaynaklardan öğrenebilirsiniz.
Aynı kaynaklar bu hastalığın başlıca belirtilerini, yukarıda sayılanlarla birlikte, şöyle sıralamaktadır:
Düşünce ve düşünce akışında bozukluklar, kaygı ve korku, huzursuzluk, çok canlı rüyalar görme, yönelim bozuklukları, kafa karışıklığı, halüsinasyonlar görme, karmaşık hezeyanlar, konuşma bozuklukları, çabuk sinirlenme, aşırı duygusal tepkiler gösterme… Uzmanlar, hadisenin demansla karıştırılmaması gerektiğini özellikle vurguluyor.
Tedavisine de değinelim. Öncelikle altında yatan nedenlerin iyi araştırılması gerekiyor. Yan etkisi olan ilaçlardan vazgeçilmesi şart, antipsikotik ilaçlar kullanılabilir. Hastanın kendisine, başkasına ya da çevresine zarar vermemesi için, asla yalnız bırakılmaması gerekiyor. Tek başına kalınca, büyük olasılıkla çığırından çıkıyor. Kaldığı odaya ya da yaşam alanlarına, onu hayattan ve gerçeklerden kopartmayacak saat, takvim ve tanıyacağı, unutsa da gerçekliğe çağıracak eşyalar konulmalı. Bunlar, hastanın içinde yaşadığı hale dair farkındalığı için önemli. Yakınları sayesinde durumu izlenmeli. Bütün bunlar kesin ve kesin olarak bir doktor gözetiminde ve yönlendirmesiyle yapılmalı. Kısaca doktor şart, şarlatanlara kulak asmamak yaşamsal! Hastanın dümen suyuna girmemek ve de hoş tutayım derken daha da zıvanadan çıkmasına yol açmak, zinhar katmerli kötülük ve asla yapmamak gerekiyor.
Her hastalık önemlidir. Alay etmek, aşağılamak, küçümsemek, hakaret etmek, nedenlerini halı altına süpürüp “Vah niye bunun, bu da niye bizim başımıza geldi” diye dövünmek, çağdaş insana yakışmaz. Deliriuma gark olmuş hastamız bütün bunları yapıyor diye, ona da aynı karşılığı vermenin ya da her yaptığına göz yumup idare etmenin, tanı ve tedavide saçmalamanın ne hastaya, ne de yaşam kalitesine bir yararı olur. Ona ancak bilimle, akılla, etikle ve verdiği-vereceği zararların ayrımına sahip olarak yaklaşılabilir. Her hastalık ancak bu yöntemle ortadan kalkabilir. İster tıp, ister toplumbilim, ister ekonomi, ister sanat… Hangi alanda olursa olsun. Akıl izan, bilim etik öyle söylüyor.
Tıp alanındaki tanımıyla “Delirium”, bugün bireysel, ülkesel ve küresel bir “toplumbilim” vakıası halinde, ülkelere ve yeryüzüne musallat olmuş durumdadır. Biz nedenleri, belirtileri ve tedavi yöntemleri bakımından benzerlikler ya da koşutluklar gördüğümüz için tıbba başvurduk. Çünkü Neo Ortaçağ’ın en büyük derdi ve belirtisi olarak, “Delirium”un isabetli bir tanı olduğuna, zincirleme olarak çoğaldığına inanıyor ve dikkat çekiyoruz.
Peki, tıptan toplumbilime geçtiğimizde, belirti, tanı ve tedavi diyalektiğini nasıl kuracağız? İşte asıl sorun buradadır. Hiçbir hasta, “hasta” olduğunu kabul etmez. Neo Ortaçağ, bu vahim gerçekliğin ülkelere, coğrafyalara düşen halidir. Bugün verilecek mücadele, bireylerden toplumlara, yeryüzüne biçilmeye çalışılan kaderlerden coğrafyaların nasibine düşen kederlere, doğru tanı ve tedavilerle başarıya ulaşabilir. Nasılına haftaya bakalım.