Gittiğinizden bu yana 18 yıl oldu. Fark ettim ki büyük bir sevgiyle ve önce ışıklarınızı hissederek anıyorum. Bir babamı, bir de sizi, gülümseyen o güzel yüzünüzle hatırlıyorum. Yüreğim aydınlanıyor, içim ferahlıyor. Sizi düşününce, “Her türlü zorluğun altından kalkarız elbet,” diye hissediyorum.

Eğer devlet başkanı değilseniz, siyasi bir yanınız yoksa ya da belki bir suikaste kurban gitmemişseniz, 18 yıl sonra kim bu kadar sevgi, saygı ve gülümseyişle anılır? Günümüzde birçok unvan olur. Hasbelkader belli mevkilere de gelebilirsiniz. Kendinize her şey dedirtebilirsiniz: usta, duayen... Ama bir şeyi dedirtemezsiniz.
‘Efsane Başkan’ olmayı size başkaları layık görür.
Bizim için ‘Efsane Başkan’ sizsiniz hocam.

Siz gittikten sonra mesleğimizin koşulları iyice karardı. Hakikati yazdığın anda suçlusun. Gerçekleri hele bir yaz... Ya gözaltı ya cezaevi. Son üç ayda 58 meslektaşım gözaltına alındı, 18 gazeteci cezaevinde.
Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları bu yurdu demir ağlarla örüyorlardı, şimdi güzel yurdum demir parmaklıklarla örülüyor adeta.

Öyle bir zamana geldik ki, ‘Neden gerçekleri yazmıyorsun?’ diye sormuyorlar. Doğrudan, ‘Neden biat etmiyorsun?’ diyorlar.
Ah hocam, keşke tek kâbus bu olsa... Ekonomik zorluklar, hele bir dijitalleşme kâbusu var ki, sormayın gitsin.
O sizin zamanınızda günlerce kontrol edilen haberlerin yapımı şimdi 2 dakika.
Gazeteleri satın alıp okuyan da yok. Ancak eleştirmek için okuyan varsa okuyor ve “Beni ne kadar övmüşler?” diye bakıyor.
Sizin o güzel duruşunuz, kendini değil mesleğini, cemiyetini, arkadaşlarını önemseyen, koruyan o duruşlar şimdi nerede?
Neredeyse hangi yetkiliye baksan “Ben, ben, ben.”
“Nasıl ayakta kalıyorsunuz?” diye soran yok.

Size dair en çok zarafetinizi, o ince nezaketinizi özledik... Mütevazılığınızı özledik hocam...
“Gazeteci denilince düğme iliklenir, devlet kurumları, belediyeler gazetecilere kolaylık sağlamak için, yer sağlamak için sıraya girerlerdi.” deyişinizi özledim hocam.
Şimdi bir görseniz... Gazetecileri özellikle kapıda bekletiyorlar.
“Artık gazete okumuyorum,” diyor yetkililer.
“Ellerim boyanıyor,” diyen var.

Oralarda içinizi kararttım...
Haydi biraz da güzel şeylerden söz edelim.
Belki izliyorsunuzdur bizleri ve eğer öyleyse çok emek verdiğiniz kurumunuzla, İzmir Gazeteciler Cemiyeti ile eminim kıvanç duyuyorsunuzdur.

Önceki başkanlarımız ve bizler, yönetim kurulu üyelerimizle el ele verdik, emek üstüne emek koyuyoruz. İlmek ilmek örüyoruz.
Bildiğiniz Cemiyette 7/24 mesai var.
O göz bebeği kurumunuzun boynunu hiç eğmiyoruz.
Ceza yiyoruz, eğilmiyoruz; laf yiyoruz, eğilmiyoruz; baskı yiyoruz, eğilmiyoruz; en ufak bir açıkta küçük düşürülmeye çalışılıyoruz ama biz o boynu asla yere eğdirmiyoruz.
Biz, İzmir basınını her yerde, ulusalda, Anadolu’da yüceltmeye çalışırken maddi, manevi sıkıntıyla karşı karşıya bırakılıyoruz ama yine eğilmiyoruz.

Önceki akşam Cemiyetimizin 79’uncu yaşını kutladık.
Bir görseydiniz hocam...
Sizin de yolundan taviz vermediğiniz kıvancımız Hasan Tahsin Ödülleri’ni takdim ettik.
Pırıl pırıl, çoğu genç gazeteciler...
O yaz sıcağına rağmen ne görkemli bir geceydi.
Şehir dışından gelen ne çok konuğumuz vardı.
İki gün boyunca ulusal televizyonlarda Cemiyetimizden söz edildi.

Biliyor musunuz sevgili hocam, bazen sizi hayal ediyorum...
İzmir Gazeteciler Cemiyetimizin imtiyaz sahipliğinde kurulan, yüz bin emekle bizden önceki yönetimler ve bizlerin sürdürmeye çalıştığı 9 Eylül Gazetesi pırıl pırıl büyüdü.
İnternet sitesi, stüdyosuyla şimdi medya grubu.
27 çalışanımız var. Çoğu gencecik. Pırıl pırıllar.
Bazen Cemiyetin koridorlarında dolaştığınızı, gençlerle sohbet ettiğinizi hayal ediyorum.
Nasıl mutlu olurdunuz...

Ayrıca sadece Cemiyet değil, İzmir’deki diğer yerel gazeteler de gelişti.
Her türlü sıkıntıya rağmen İzmir matbuatı, internet siteleri ve habercilikleriyle Türkiye’ye ulaşıyorlar.
Adınıza düzenlenen yarışmayı da, okulların açılmasıyla birlikte elbet bu yıl da tekrar gerçekleştireceğiz.

Özeti hocam, sizi gerçekten özlüyoruz.
Meslektaşlarınıza büyük küçük demeden sevgiyle verdiğiniz değeri özlüyoruz.
Cemiyeti, gazeteciliği her şeyin üzerinde tutmanızı özlüyoruz.
Samimiyetinizi, oyunsuz, hilesiz, hesapsız duruşunuzu özlüyoruz.
Ve o güzel gözlerinizi çok özlüyoruz.

Tabii İsmail Sivri’yi yıllarca birlikte andığımız, yitirdiğimiz büyük değerlerimiz Sancar Maruflu, Okan Yüksel, Ercan Doğu, Şadan Gökovalı ustalarımızı da minnetle anıyorum.
Her birinin yeri doldurulamaz efsanelerdi.
İyi ki tanımışız, ışıklarından yararlanmışız.

Ve söz veriyoruz:
İzmir Gazeteciler Cemiyeti’nin boynunu yere eğdirmeyeceğiz.
Hiçbir siyasi manevranın malzemesi yaptırmayacağız.
Hep birlikte “İzmir basını olarak nasıl büyürüz?” bunun mücadelesini vereceğiz.

Bu mektup elbette Okan Yüksel’in sözleriyle biter:
“Ben İsmail Sivri denince büyük şeyler anlarım. Açık deniz dalgalanmaları gibi sevgi, yanardağ patlamaları gibi dostluk ve tepeden tırnağa adam olma nitelikleri anlarım.
Öldükten sonra da yaşayacak olanlar arasında ön sıralarda bulunan, halkına bir sevdayla, sevgiyle yaklaşan İsmail Sivri’dir.”

Her ne olursa olsun, Hasan Tahsin’in bağımsız gazetecilik ruhundan ayrılmayacağız.
Tarihin doğru tarafında durmaya devam edeceğiz.
Hatamız olur, eksiğimiz olur ama bu duruş asla bozulmaz.
Bizden gazetecilik dışında bir şey çıkmaz.

Rahat uyuyun hocam.
Gökyüzüne selam olsun.