Canın mı sıkıldı, basının geldiği vahim boyut umutlarını mı kırıyor, iddianamelerde meslektaşlarının ipe sapa gelmez suçlamalara maruz kaldığını okuyunca için mi daralıyor bir tavsiyem var.
Hayır bir şey içmiyorsunuz, okuyorsunuz.
En azından ben öyle yapıyorum.
Açıyorum basın tarihini. Viraj niteliğinde olayları okuyor, notlar alıyorum.
Baskılara direnenler, yenilenler, iz bırakanlar, kül olanlar hatta satılmışlıklarıyla anılanlar karşınıza çıkıyor.
Mühim dersler, unutulmaz anekdotlar, zaaflar ve zamanı doğru okuyamayan kalemlere tanıklık keyifli ve öğretici.
İzmir, bu açıdan eşsiz birikime sahip.
Öyle bir kentte yaşıyoruz ki; 1827’den günümüze ev sahipliği yaptığı gazete ve dergilerin sayısı 500’ü aşkın.
Gelin bazılarına yakından bakalım;
1881 yılına kadar; önceleri Fransızca ve sonraları İtalyanca, İngilizce, Yahudice (Yidiş), Ermenice, Rumca ve hatta Bulgarca gazete ve dergiler yayınlanırken, İzmir’de yayınlanan ilk gazete 1827’de ‘Le Spectateur Oriental’ oluyor.
Ancak Mora ihtilalini desteklediği için bu gazetenin yayın hayatı pek kısa sürüyor.

HAKKINDA TAKİBAT


1841’den 1915 yılına kadar yayınını aralıksız sürdüren Empercial gazetesi doğar ki, bu gazetenin de asıl amacı azınlıkların haklarını çoğaltmak kadar, ileride bir işgale zemin hazırlamaktır.
Kentte ilk Türkçe gazete Mecidi Fikri Bey tarafından 1881’de çıkarılan ‘Aydın’ olur. Onu 1872’de Mehmet Salim tarafından yayınlanan Devir izler.
1884’de Türk basınının öncülerinden Tevfik Nevzat Bey, Türk romanın klasiğinin önde gelen ismi Halit Ziya (Uşaklıgil) Bey’le birlikte ‘Nevruz” Dergisi’ni yayınlar. Ancak Nevruz’da ‘Yeni fikirler’ yayınlandığından yazarları takibata uğrar.
Takibat kelimesi ilginç değil mi, şimdi o da yok doğrudan tutuklama iddianame arkadan gelsin.
Peki devam edelim.
Yeni fikir dedikleri Osmanlı Hükümeti’nin duyunu umumiye borçları ve galata bankerlerinin tutumudur. Eleştirirler ve Tevfik Nevzat Bey, dergi yazarı arkadaşı; İzmir Maarif Müdürü Emrullah Efendi ile birlikte Paris’e kaçmakta bulur çareyi.
Tevfik Nevzat Paris’ten döndükten sonra; 1886’da İzmir’de haftada üç gün çıkardığı ‘Hizmet Gazetesi’nde ve daha sonra haftada iki gün yayınladığı ‘Ahenk Gazetesi’nde yazmaya başlar.
İstibdatla yani baskı rejimiyle gözü peklik göstererek savaşan ‘Hizmet’ ve ‘Ahenk’, Türk basın tarihinde şeref köşesini hak eden hamlelerdir.
O kadar çok örnek var ki...
Mesala, İttihat ve Terakki Fırkasının resmi yayın organı niteliğinde olan "İttihat" gazetesi ki sonraları uzun yıllar "Anadolu" adıyla yayın faaliyetini sürdürür.
Anadolu 1915’de Yunanlıların İzmir’i işgaliyle kapatılır, Aralık 1920’den Şubat 1923’e kadar ise Antalya’da yayınlanır. Sonrasında da 43 yıl boyunca yayınını İzmir’den sürdürecektir.
İtilâfçı gazetelerin boy hedefi olan Anadolu Gazetesi aleyhinde sürekli dava açılır ve belirttiğimiz gibi sonunda kapattırmayı başarırlar.
Nitekim işgalden dört gün önce de hem Anadolu hem de Duygu gazeteleri ‘Tahrikâmiz neşriyatta’ bulundukları gerekçesiyle son kez kapatılır.

AHALİ DOSTU DEĞİLMİŞ


İkinci meşrutiyetin ilanından hemen sonrası 1908’de Köylü Gazetesi’nin yayın hayatına girdiğini görürüz. Ancak o da Anadolu ve Duygu gazeteleri gibi sık sık kapatılmaktadır.
Adliye Nazırı İsmail Sıtkı Bey’in ‘Köylü’ Gazetesi, ‘Her gün sabahları çıkar, her şeyden yazar, esnaf, köylü, işçi kardaşların iyiliğine çalışır, ahali dostu Türk gazetesidir’ alt başlığını taşır.
Bu gazete, İttihat ve Terakki’nin organı değildir ancak Yunan isteklerine karşı ağır bir savaş verir. Yurt ve ülke çıkarlarını cesaretle savunur.
Köylü de tıpkı Anadolu ve Duygu gazeteleri gibi hem Rum basınının hem de İtilâfçı gazetelerin saldırısına uğramaktan kurtulamaz.
Köylü’nün sahip ve sorumlu müdürü Mehmet Refet, Mondros’u izleyen karışık günlerde ülke çıkarlarını savunmak için gazetesini Journal Keuylu başlığı altında İngilizce ve Fransızca olarak da yayınlar.
Fakat...
Köylü Gazetesi, işgalden sonra tutumunu değiştirmeye başlar. Köylü’nün sahibi Mehmet Refet, Yunanlılar tarafından satın alınır.
Ne yazık ki; Köylü, bütün işgal boyunca Ege’de Yunan çıkarlarının savunucusu olur.
Kurtuluş savaşının ardından yüz ellilikler listesine alınan Refet, daha sonra İzmir’e dönerek burada ölür. Köylü milli amaçlara aykırı davranışlarından dolayı da basın tarihimizin kapkara bir lekesi olarak kalır.

VE HASAN TAHSİN...


Ve Hasan Tahsin, gerçek adıyla Osman Nevres...
Liseyi bitirdiği yıllarda Osman Nevres, Selanik’de komşu Balkan ülkelerinden bazılarının dilleri ile birlikte 5 dili konuşur. Hararetli bir İttihat Terakki üyesi olur. İstanbul’da Osmanlı Sulh ve Selamet Cemiyeti İzmir kolunun bir de gazete yayınlamasını öngörür. Gazeteye, anlamlı olarak “Hukuk-u Beşer” adı verilirken, baş yazarlığına da Nevres getirilir. Birbirinden coşkulu, vatan aşkı dolu yazılar yayınlar.
19 Şubat 1919’da Hasan Tahsin, Hukuk-u Beşer’de şunları yazmaktadır:
“Gelsinler…Korkmuyoruz …Süngüleriyle, zaten kanayan kalplerimizi deşsinler. Toplarıyla, evlerimizi, bucaklarımızı yıksınlar... Fakat asla unutmasınlar ki, Türkler ölmedi, yaşıyor… Ve burayı asla Yunan’a vermeyecektir... Hatta silahlarımız olmasa bile, coşkun kanlarımızla, hararetli vicdanlarımızla, direnen ruhumuzla, sökülmeyen dişlerimizle bile, bu ülkeyi savunacağız.”
Dediği gibi yapar ve 15 Mayıs sabahı Yunanlılar, İzmir’e çıktığında o yüreğe kalem yetmez, göğsünü siper eder.

DARALAN ZEMİNLER


Bir de 1918 Kasım’ında yayına başlayan Müsavat vardır örneğin. Diğer İtilâfçı yayın organları gibi tüm çalışmalarını ittihatçı düşmanlığı üzerine oturtur. 1918’de çıkan bir başka İtilâfçı gazete olan Islahat, 10 Kasım 1918’de yayınlarına başlayarak dikkat çekerken Yunan çıkarlarını sürekli savunan isim olur.
Islahat’ın imtiyaz sahibi ve başyazarı avukat Sabitzade Emin Süreyya, Hürriyet ve İtilâf Fırkası’nın İzmir İdare Heyeti içinde yer alır. Kurtuluştan hemen sonra yani 9 Eylül 1922’de cezasını Konak Meydanı’nda asılarak ödediği geçer tarih sayfalarına.
Evet, bir Tevfik Nevzad gibi, Hasan Tahsin gibi anılmak var bir de Mehmet Refet’ler, Emin Süreyya’lar olarak.
Zaman geçici, ömür bitiyor ve hiçbir çıkar kişiliğinden, kaleminden ödün vermeye değmiyor.
Ama bir de zemin mühim. Daralan, gazetecinin şunu yazarsam sansüre uğramayım diye başkalarından önce kendine koyduğu otosansür olmadan yazılabilecek mecralar.
Halkın vicdanı, tarafsızlığın tarafı, doğrudan yana sözü olan yayın organları. O kadar az ki!
Dokuz Eylül Gazetesi, gazetecilerin gazetesi olarak nice yıllar yaşasın ki, soluk alacak tarihe değilse bile kalplere kazınacak bir mecra var olsun.
Bizler bu bilinçle çabalıyoruz, bilin istedik!