Başkasının yerine kendini koyabilmek… Onun ne hissettiğini anlamaya çalışmak… Bugünlerde bunu yapabilen kaç kişiyiz?
Günümüz dünyasının hızı, rekabetçi yapısı ve bireyselliği teşvik eden ortamı, empati yeteneğimizi köreltiyor olabilir. Sosyal medyada hepimiz, kendi mükemmel hayatlarımızı sergileme derdindeyiz. Başkalarının zorluklarını görmezden gelmek, hatta küçümsemek kolay hale geliyor. Yargılamak, anlamaya çalışmaktan daha az çaba gerektiriyor.
Empati yeteneğimizin gelişmemesinin bir nedeni de duygusal zeka. Duygusal zeka sadece kendi duygularımızı tanımakla kalmaz, başkalarının duygularını da anlamamızı sağlar. Çocukluktan itibaren, empatiyi besleyen oyunlar, hikayeler ve diyaloglar yerine, başarı odaklı bir eğitim sistemin içinde büyüyoruz. Bu da bizi, başkalarının duygusal dünyasına karşı daha duyarsız hale getirebiliyor.
Empati, bir meziyet değil, bir gereklilik. Empati olmadığı zaman Saldırganlaşıyoruz. Yargılamaya başlıyoruz. Bir arkadaşın canı sıkılsa, “Neyin var?” diye sormak yerine “O da bir şey mi, benim başıma gelenleri duysan!” diye başlıyoruz söze. Oysa ne zaman birinin yerine geçmeye çalışsak, bakış açımız değişir. Bir annenin gözünden bakmayı denesek mesela, çocuğuna mama alamadığı için nasıl uyuyamadığını görsek… Ya da işsiz bir babanın cebinde 5 lira kalmışken markette çocuğunun eline bakan bakışlarını fark etsek… Belki o zaman bu kadar kolay yargılamayız kimseyi.
Bir gün boyunca sadece insanları dinlemeyi deneyin. Yargılamadan, tavsiye vermeden, örnek getirmeden… Sadece dinleyin. Ne kadar kıymetli hissettiklerini göreceksiniz. Ve siz de, belki ilk kez birini anlamanın ne demek olduğunu yeniden hatırlayacaksınız. Empati, karşımızdakine "Seni görüyorum, duyuyorum, anlıyorum" diyebilmektir.