“Seviyorum seni ekmeği tuza banıp yer gibi
Geceleyin ateşler içinde uyanarak
ağzımı dayayıp musluğa su içer gibi
Ağır posta paketini neyin nesi belirsiz
telaşlı, sevinçli, kuşkulu açar gibi
Seviyorum seni denizi ilk defa uçakla geçer gibi
İstanbul’da yumuşacık kararırken ortalık
içimde kımıldayan bir şeyler gibi
Seviyorum seni
Yaşıyoruz çok şükür der gibi.”
**
İşte Alsancaklı Orhan da, Yahudi Güzeli Ester’e, “aşka aşık şair” Nazım Baba dizelerindeki gibi böyle aşıktı.
Orhan ile Ester, Almanya’da aynı üniversitede okuyordu.
Orhan kısa sürede aşık olmuş, o aşkına da karşılık bulmuştu.
O günlerde Nazi Almanyası’nı, Faşist Hitler yönetiyordu Ari (Üstün) Irk ideolojisiyle.
Ester ise Yahudi bir ailenin kızıydı.
Aile bir an önce Almanya’yı terk etmenin yollarını arıyordu. Buldular da!
Baba Nesim bir gün artık çare kalmadığını, Çekoslovakya’ya Prag’a kaçacaklarını bildirdi kızına.
Bu arada kızının büyük aşkından da haberliydi.
Ester üzüntüyle durumu Orhan’a bildirdi. Orhan kahroldu.
Ve ayrılık günü geldi, çattı.
Ester, yanında annesi Angela babası Nesim’le trene bindi. Son kez el salladı Orhan’ına...
Orhan inatçıydı. Vaz geçemezdi büyük aşkından.
Öyle ya;
“Edebiyatın Kaptanı”
Attila İlhan'ın yazdığı gibi; “Ayrılık da sevdaya dahildi. Ayrılanlar da hâlâ sevgiliydi.”
**
Savaş başlamıştı. Almanya, Polonya’yı işgal etmişti.
İngiltere ve Fransa da bu işgale karşı Almanya’ya savaş ilân etmişti.
Avrupa kaynıyordu resmen.
Orhan bir yandan eğitimine devam ediyor, Ester’i de hiç aklından çıkarmıyordu.
Mektuplaşıyorlardı sık sık.
Ester yazdıklarında aşkının daha da derinleştiği cümleleri kurarken -Prag’ın da güvenli olmadığını- bildiriyordu.
Orhan, uzun süredir hep birlikte Türkiye’ye gitme teklifini yapıyordu aileye.
Bir gün trene atladı Prag’a gitti. Anjela vefat etmişti. Oturdular, konuştular.
Baba Nesim’i de ikna etmeyi başarmıştı.
Ester zaten dünden razıydı.
Bir plân yapıldı.
Tren yolculuğu en güvenliydi.
Hemen kararlaştırıldı
tarihi de.
Macaristan-Romanya ve Bulgaristan üzerinden 4 gün süren yolculuktan sonra İstanbul’a gelmeyi başardılar.
Sonra da ver elini İzmir!
**
Uzatmayalım.
Çift kısa sürede evlendi. Ester pasta, boyoz börek yapmakta çok hünerliydi. Küçük bir dükkan açtılar. Çok mutluydular.
Baba Nesim, Amerika’ya gitmeye karar verdi.
Ester annesinin acısını yaşarken, babasını da göremeyecek olmanın kederine gömülmüştü. Onu teselli eden Orhan’dı hep.
Ve babası da gitmiştir
Ester'in...
Çift işi büyütmüş, kentte artık marka olmuştu sektörde.
Mutlulukları da iki kız ve bir erkek çocukla da pekişmişti.
Uzun yıllar “hayatı ceplerinde biriktirip” mutlu yaşadılar…
**
Bu yaşanmışlığı;
Değerli Meslek Büyüğüm Sevgili Abim Tayyar Özdemir’in “Zaman Çabuk Geçse De Anılar Eskimiyor” isimli son kitabından özetledim.
50 yılı geçen gazetecilik serüveninde “Milliyet’in Milliyet olduğu dönemde -30 yıl aralıksız- bu gazetede çalışan” Tayyar Özdemir, anılarını da paylaşmış kitabıyla.
Namık Kemal Liseli olduğu günlere ayrı sayfalar ayırmış, Alsancak’taki dostlarını birbirlerine yaptıkları şakaları anlatmış, futbol tutkusundan ve Nazillispor’da futbolcusu olarak Baba Recep’le(Adanır) yaşadığı şampiyonluk keyfinden söz etmiş, Taçsız Kral Metin Oktay, Altan Erbulak, Mazhar Zorlu, Kemal Zorlu'ya yer vermiş, muhabirliği yıllarında Altay, Göztepe, Karşıyaka, İzmirspor, Altınordu’yu nasıl takip ettiğini anekdotlarla dillendirmiş. Sağ olsun; kitabının 51.sayfasında da -benden- bahsetmiş.
**
Anılarımız;
kimliğimizin bir parçasıdır.
Unutursak kendimizi kaybetmiş oluruz.
Ya da öyle hissederiz.
Freud’un sözüdür;
“Hayat hatıradır, unutursan ölürsün.”
Tayyar Özdemir de hep -canlı tuttuğu- anılarını kitaplaştırmış.
“Ölümsüz Aşk’’ kahramanları Ester ve Orhan’ın öyküsünü de kitabının ilk bölümüne alarak...
Oktay Rifat’la bitirelim yazıyı;
“Hatıralar da dal istiyor/ Kuşlar gibi konacak…”