Geçen yazıda kaldığımız yerden sürdürelim. “Etkinlik”, sözünden özüne, tekniğinden estetiğine, amaç ile sonuç değerlendirmesine, başlı başına bir “mühendislik” sorunu ve çözümüdür. Elbette laf ola beri gele yapmıyorsanız, elbette etkinlik yapacağım-yapıyorum derken başka amaçlarınız yoksa. Başka amaçlar derken, yerel yönetimlerden nemalanmaktan “ben/biz de eksik kalmayayım” işgüzarlığına uzanan bir dizi “beklenti”den söz ediyorum. Kimseler kusura bakmasın, kentimizin ve ülkemizin bir “etkinlikler çöplüğüne” dönüşmesi, esastan çok ambalajla, içerikten çok kes-yapıştır haberlerle ilgilenilmesinden, “faaliyet raporu” dosyasını şişirmekten söz-duruş bulanıklığına pek çok beklenti ve duruş fukaralığından dolayıdır. Olan paraya, zamana, emeğe olmaktadır.
****
Bir etkinlik, her şeyden önce bir “manifesto”ya sahip olmalıdır, ondan yola çıkıp kimliğini-kişiliğini açık seçik ortaya koymalıdır. Siz bu etkinliği niye düzenliyorsunuz? Anacağınız güne ya da kişiye, ele aldığınız konuya, öne çıkardığınız kavrama, hepsinden vazgeçtim etkinliğe koyduğunuz ada ya da başlığa dair duruşunuz nedir? Buna yanıt veremiyorsanız, size dağınık, laf ola beri gele, sözü ve duruşu perişan, geleni ya da katılanı bin pişman edecek bir saçmalık bekliyor demektir.
****
Etkinlik manifestosu dilinizden etkinlik alanının düzenine, konuşmacılarınızdan afişinize, basın bülteninden program sıralamasının belirli bir mantık içinde hazırlanmasına, her şeyinizi belirler. Mühendislik derken, bütün bunların izlenebilir-dinlenebilir olmasına, yaptığınız işin hayatta karşılık bulmasına yönelik titizlikten, hazırlıktan ve eylemsellikten söz ediyorum. Bunun ilk adımı da, etkinlik konusu ve içeriği ile dünya görüşünüzün, duruşunuzun ve bugüne dair sözünüzün oranlanmasından geçer. Ya hakkını tümüyle vereceğinize inandığınız bir konu-tema bulun ya da o konunun-temanın altında ezilmeye hazır olun. Örneğin, Nazım Hikmet’i mi anacaksınız? Başta dünya görüşüyle, estetik değeriyle, verdiği mücadelenin içeriği ve kapsamıyla Nazım Hikmet’e, düzenlediğiniz etkinlikte kendini tanımlama ve anlatma olanağı veremezseniz, ideolojisinden şiirine onu Nazım Hikmet yapan değerler konusunda cahil ya da korkaksanız, size tavsiyem hiç etkinlik yapmaya kalkmayın. Çünkü Nazım Hikmet, sizi ezer. Örneğin 9 Eylül’ün 100. yılını kutlayacaksınız. Dikkat edin, kurtuluşuyla bir ülkenin ve bir cumhuriyetin kuruluş kapılarını açan bir kentten söz ediyoruz. Bunun üstüne, 100. yılını yaşayan bir kuşak olmanın hak ve sorumluluğunu da ekleyiniz. Üç tümcelik bu belirleme sizden, İzmir’in dünden yarına kentsel öyküsüne, Cumhuriyetin kuruluşuna ve kendini var eden değerlere uzanan geniş, yüksek, derin bir etkinlik manifestosu, iddiası ve duruşu bekler. Dünü anmak ve anlamak, bugünü dünle oranlamak ve yarını bu birikimle tasarlayıp öngörmek, manifestonuzun mihenk taşlarını oluşturmalıdır. Bu taşlar, sizin dünya görüşünüz tarafından biçimlenecektir. İşte o zaman işitsel ve görsel malzemenizi daha özenle seçecek, yalnızca kutlamayla -eğlenceyle- yetinmeyecek, bilgi ve belge üreterek, bu anlamı ve önemi geleceğe taşıyacaksınız.
****
Etkinlik Mühendisliğini ciddiye almak, okyanuslar geçip derelerde boğulmanızı engelleyecek, çok önemli bir eylem alanıdır. Sloganlarınız yalpalıyor mu, o afişte konuğunuzun adını yanlış mı yazmışlar, sahneye çıkardığınız “sanatçı” ile etkinliğiniz arasında zerre kadar ilgi yok mu, yalınlık ile basitlik birbirine karışmış da ortalık, arabesk çığırtkanın pullu-payetli “giydirilmiş” mikrofonuna mı benziyor? Seçtiğinizi temanın ilgisiz, içeriksiz konuşmalar ve koşuşturmalar arasında silinip gittiğini mi görüyorsunuz? Afişte, bültende, mikrofonda kullandığınız dilin eskimişliği, yavanlığı, sakilliği ile etkinliğinize yüklediğiniz duruş ve iddia arasında korkunç uçurumlar mı var? Daha yüzlerce soruyla genişleyecek bu durumun tek sorumlusu vardır: Siz, ekibiniz, neyi neden yaptığını süzemeyen öngörüsüzlüğünüz, en acısı dünya görüşünüz.
****
Demek odur ki etkinlik, her şeyden önce yetkinlik ister. Her şeyi bilemezsiniz ama her şeyi bilenlere teslim etmeyi bilmelisiniz. İşte o zaman siz, o işe ön ayak olmanın sevincini yaşayacak, yaptığınız iş “iyi ki yapılmış” denerek alkışlanacak, vazgeçilmezliğiyle karşılık bulacaktır. Umarım, iki haftadır anımsatmaya çalıştıklarım da bir işe yarayacaktır.