Arjantinli Paula vardı hani... '35 yaşında ve bekar' isimli 7 dakikalık dökümanter filmi bir zamanlar sosyal medya hesaplarında dönüp duruyordu.
Tüm arkadaşları evlenip çoluk çocuğa karışan bu genç kadın, son arkadaşının da başı göğe erince oturuyor ve hayatını sorgulamaya başlıyor.
Özetle "Yüzde 25 evlenmek, yüzde 27 özgür kalmak, yüzde 22 çocuk yapmak yüzde 26 da spiritüel bir hayat yaşamak istiyorum ama ailem en başta olmak üzere toplum bana 'yüzde 100 evlenmen ve çocuk yapman lazım' diyor, benim de kafam çok karışıyor" diyor.
30 yaşına gelmiş ve geçmiş her bekar kadının hissettiklerini hissediyor yani.
***
Bu baskıyı iliklerinde hissetmenin ülkesi, dini, kültür seviyesi yok.
Hayatı boyunca annesinin dizi dibinden hiç ayrılmayan Hale de aynı duygular içinde, plaza yorgunu iş kadını Jale de, Arjantinli Paula da...
Hiç evlenmemiş olmak, bekar kalmayı tercih etmek, nikah masasına hiç oturmamak dünyanın neresine giderseniz gidin utanılacak bir durum, bir tür eksik kalma hali sayılıyor.
İşte bunlar hep yüz binlerce yıllık kodlamalar, genlere işlemiş bilinç yazılımları.
İşin içinde 'Artık üremen, çoğalman lazım' diyen hormonlar da var tabii.
Hal böyle olunca, bu baskılara boyun eğip sadece evlenmiş olmak için evlenenlerin mutsuzluğu, aslında doğru insan bulunduğunda pek eğlenceli olan evlilik kurumunu karalıyor.
İnsanları 'hem evlenmek zorundayım hem de evlilikten çok korkuyorum' ikilemi arasında sıkıştırıyor.
30 yaşına geldiysen ve hala bekarsan "Eyvahlar olsun, hem gençliğin sonuna geldim hem de evlenmek için çok geç kaldım" paniğiyle ilk bulduğun insanla nikah masasına oturmaya kalkıyorsun.
***
Ben böyle yazınca ilkokulu bitirdiği dönemden itibaren tek amacı hayırlı bir koca bulup çocuk yapmak olan ve bunu kendince başaran kadınlardan eleştiri alıyorum: "Sürekli evlilik kurumunu yeren yazılar yazıyorsun" diyorlar.
Çünkü okuduklarını anlamıyorlar.
Ya da belki hata bende, doğru düzgün yazmayı beceremiyorum.
Şöyle tane tane yazayım ve bu kez doğru anlaşılabilmeyi dileğim:
- Evlilik kurumuna bayılmıyorum ama asla karşı da değilim.
- Hatta ben de bir zamanlar denedim. Ama sevgiliyken hissettiğim aşkı ve heyecanı o imzayı attıktan sonra puff diye kaybettim. Birisinin 'karısı' olma halini bir türlü sevemedim.
- Bu duyguya bayılanlara da hiç lafım yok. Daha evliliğin ilk gününden ağzını doldura doldura, şöyle iki 'c'li 'Koccam koccam' diyen kadınları anlamakta hala güçlük çekiyorum ama yermiyorum da...
- Evliliğin sadece, yüzüne her baktığında heyecanlandığın, boyundan posundan tipinden tut, hayat görüşüne, duruşuna, fikrine, zikrine "hayran" olduğun biriyle gerçekleştiğinde keyifle yaşanacak bir kurum olduğuna inanıyorum.
- O insanı buluncaya kadar da yaşla maşla kafayı bozmadan, panik yapmadan, özgürlük duygusunu doya doya yaşamak, toplum ve aile baskısını görmezden gelmek gerektiğini düşünüyorum.
***
Bir de şu var ya hani: "Ayy ben yalnız mı öleceğim?"
Ölmezsiniz ölmezsiniz merak etmeyin.
Ayrıca iki kişilik mutsuzluktansa, tek kişilik mutlu bir hayatın ne kadar kıymetli olduğunu anlamak lazım.
Unutmayın: Evde kalmak yok, doğru insanı bulana kadar özgürlüğün tadını çıkarmak var...
Önce bir sakinleşin :)
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Alaçatı'da eğlence saatine sınır

Hafta sonu Çeşme'de hava doğal olarak çok kötüydü.
Doğal olarak diyorum çünkü malum, bu bir Çeşme klasiğidir; hafta içi rüzgarsız mis gibi hava, hafta sonu fırtına.
Bizim gibilere sıkıntı yok da, özellikle tatil için zaman ve nakit ayırıp gelenlere üzülüyor insan.
Kıyamam, yine de o bulutlu ve fırtınalı havada bile inat edip mayolarıyla plajda oturmaya çalışanlar vardı.
Soğuktan morarmış bacaklarına birer diz üstü battaniye örtmek geldi içimden.
Hadi havanın azizliğine uğradılar diyelim, gündüz pek istedikleri gibi geçmedi.
Gece de 2:00'de gelen müzik yasağıyla eğlenme arzuları kursaklarında kaldı.
Çünkü bu hafta sonu Alaçatı'da tüm mekanlar müziği saat 2:00'de pat diye kapattı.
Özellikle otellerde kalan gençler bu durumdan çok mutsuzdular.
Tam coşacakları saatte önlerindeki tek alternatif Ayayorgi Koyu vardı. Yani 10 km.'lik bir uzaklık. Alkol alan hiç kimsenin göze alacağı bir risk değil ve olmamalı da.
Ben bu konuda çok çelişkideyim. Alaçatı'ya hem dinlenmeye hem de eğlenmeye gelen insanları mutlu edecek bir formül var mı, ondan da emin değilim.
Ama bu mevcut durum ve müzik yasağından çoğunluğun mutlu olmadığını düşünüyorum.