Seviyorum seni ekmeği tuza batırıp yer gibi
Geceleyin ateşler içinde uyanarak
Ağzını dayayıp musluğa su içer gibi,
Ağır posta paketini, neyin nesi belirsiz,
Telaşlı, sevinçli, kuşkulu açar gibi,
Seviyorum seni denizi ilk defa uçakla geçer gibi,
İstanbul'da yumuşacık kararırken ortalık,
İçimde kımıldayan şeyler gibi,
Seviyorum seni “yaşıyoruz çok şükür” der gibi.
(Nazım Hikmet)
İşte böyle bir şey:
Adıma bir posta paketi geldi. Hakkari'den postalanmıştı.
Gönderen yerine “Veysel” adını okudum; soyadının üstüne damga basılmıştı. Anında, tanıdığım Veysel'leri geçirdim aklımdan:
-Yemen'in Karen köyünde yoksul bir ailenin çocuğu olarak doğup, dört yaşındayken deve çobanı olan; erken yaşta hidayete kavuşup, Hz Muhammed'i görmek arzusuyla Medine'ye giden... Peygamber Tebük Savaşı'nda olduğu için onu göremeden dönen; Peygamber'in, öldüğü zaman üzerindeki hırkanın kendisine verilmesini istediği Veysel Karani.
-İkincisi, Türk halk şiiri zincirinin son halkası sayılan; “Aslıma karışıp toprak olunca / Çiçek olur mezarımı süslerim” diyebilen, kör gözleriyle dünyayı çoğumuzdan daha iyi gören Aşık Veysel Şatıroğlu...
Bunlardan birisi değildi; paketi “telaşlı, sevinçli, kuşkulu” açınca bir kilim gülümsedi yüzüme. Rengini 3 bin metrede çıkan tirişin çiçeğinden, desenlerini yine aynı yayladaki kaya resimlerinden alan; ressamları kıskandıracak kadar usta işi bir Anadolu kilimi. Gönderi belgesini inceleyince, gönderenin oralarda T.C. savcılığı yapan Veysel Gültaş olduğunu öğrendim. “TAŞ'ta açan GÜL” diye geçirdim aklımdan.
Daha o zaman, Erendiz Atasü'nün “Taş üstünde gül oyması” romanı yayınlanmamıştı. Zaman içinde yazarımıza, üstünde gül oyması bulunan, genç bir kıza ait mezar taşının Trabzon Ayasofyası'nın avlusunda bulunduğunu söyleyerek, kendisini sevindirecektim.
***
Benim gibi merak edip de sözlüğe bakanınız oldu mu? Türkçe ve Osmanlıca sözcüklerde “Veysel” kelimesi yok! Peki nereden gelmiş bu sözcük? İşin aslını ararsanız, Arapça'da “üveys” sözcüğü var. Bu sözcük, bizim Akdenizli ağızlarımıza biraz yorucu gelmiş olmalı ki; “Veysel”e dönüşmüş. Kök kelimenin anlamı “kurt”, özellikle de “küçük kurt”! Akla, bir zamanların sevimli çocuk kulübü “Yavru kurt”u anıştırıyor.
***
Hakkari'den İzmir'e dördüncü bir cemre gibi düşen Veysel Gültaş; hukukçuluğun yanı sıra, şairliği ve şiir yayıncılığında adını yukarılara yazdırdı. Benzeri görülmemiş “Kadı Burhanettin”den Günümüze Hukukçu Şairler Antolojisi”, ülke çapında ilgi ve takdir topladı.
Şair yönleri tartışılsa bile, ilkçağda Anadolu'da yaşamış ve hukuk tarihine damga basmış iki ismi anmak isterim. İlki, M.Ö. 13. yüzyılda yaşamış, önce kocası ile, o ölünce oğlu ile koskoca ülkesini yönetmiş ve yine onunla birlikte Kadeş Barış Antlaşması'na mührünü basmış olan Hitit İmparatoriçesi o Pudu Hepa ki; en çetrefilli davaları karara bağlamıştı. İkincisi ise, antik çağda slogan haline gelen “Priene hatibinin davası” sözüne kaynak olan, Yedi Bilge'den birisi olan Teutames oğlu Bias...
***
Ben yıllar yılı; Prof. Dr. Bilge Umar, yargıç ve avukat Berin Taşan, avukat Orhan Oruk vb. Hukukçu şairleri “Yasa maddeleriyle yorulup, şiir dizeleriyle dinlenen savaşçılar” olarak nitelerim. Bunun başat örneği Veysel Gültaş'tır. Yıllar yılı bir T.C. savcısı olarak adalet dağıtmış; emekli olup avukatlık mesleğine girdiği zaman yurda dizeleriyle ışık saçmayı sürdürmüştür.
***
Veysel Gültaş, İzmir'deki sanat etkinliklerinin yanı sıra, yönettiğim Salihli Şiir İkindileri'ni renklendirmiştir. Gültaş ayrıca, birçok periyodiğin sanat sayfasına şiirlerle katkıda bulunmuş, ayrıca “Kıyı Dili” isimli bir edebiyat dergisi yayınlamıştır. Bana her zaman 3 bin metre yükseklikte tarih öncesi çağlardan kalma Tirişin kaya resimlerini ve endemik Tirişin çiçeğini anımsatan Veysel Gültaş'ın son şiirlerinden biriyle sonlandırıyorum bu yazıyı:
Kuşatılmış Şiir Kentine Ağıt
-Şadan GÖKOVALI'ya-
Gün bitti ah! Lidyam / Kim biriktirir şiirini /
Telaşın boşuna değilmiş / henüz çiçek açarken kardelenlerin/
Bahara çıkmam diyordur / son şenliğini yaparken.
Kent düşer söz kalır geriye...
........................................
Ağzını açmış cehennem tanrısı hades / kuşanıyorum ne varsa taammüden /
Vurmak için can alıcı yerinden / beslesin şiirini rahmin /
Döneceğim elbet bir gün / gözlerinde balkıyan güneş /
Ve bir avuç şiirle karşıla beni.
Kent düşer söz kalır geriye.