“Raylar
Düğümlenen yollar, tren
Bir gün
Ümit etmediğim bir gün
Alıverecekler seni benden.
…”
Gülten Akın’ın “İçime Damlayanlar” adlı şiirinden alıntıladım; raylar ve üzerinde taşıdığı trenler… O trenler ki, hasreti, ayrılık hüznünü, kavuşacak olmanın veya yeni yerler görmenin heyecanını da taşır… Demiryollarına tekrar döneceğiz. Ama önce Dinamo…
Özellikle doğu bloğu ülkeleri de diyebileceğimiz, eski Sovyet Cumhuriyetlerinden de olan bazı ülkelerdeki spor kulüplerinin kullandığı bir ad aslında Dinamo… Örneğin, dinamo kelimesi bana, Doğu-Batı birleşmesinden önceki Doğu Almanya ekibi, Dinamo Dresden takımını çağrıştırıyor hemen. Bir de Beşiktaş’ın, kötü anılar biriktirdiği Dinamo Kiev takımını… Bir de bu Dinamo ön adlı takımların öyle ortak bir özellikleri var ki; neredeyse hepsinin armalarındaki “D” harfi aynı… Dinamo Moskova, Dinamo Minsk ve Dinamo Kiev’inki birebir kopya desem, o kadar yani…
Peki, neymiş bu Dinamo’nun sırrı?
Dinamo aslında manyetik bir alan yaratarak, elektrik üreten bir sistemin adı… Hatırlayınız, eskiden bisikletlerimize, hareket ederken, ön farın yanmasını sağlayan düzenekler takardık, led ve kuru akü teknolojisi henüz yokken… Bisikletin tekerleği ile beraber dönerdi, tekerin yanağına sürten dinamonun başı… Böylece elektrik üretir ve yolumuzu aydınlatırdı o küçücük üreteç… İşte, sanayi devrimiyle üretimi ön plana çıkaran, özellikle demir perde adı da verilen bazı ülkelerde kurulan spor kulüplerinin adına, Dinamo yakıştırılması yapılmış ve günümüze kadar gelmişler.
Benzer bir isim de, aynı Dinamo gibi; Lokomotif kelimesi; özellikle birinci dünya savaşından sonra kurulan, doğu bloğuna ait birçok spor kulübünde bu ön adı hatırlıyoruz; Lokomotif Moskova, Lokomotif Sofya, Lokomotif Plavdiv, Lokomotif Zagrep, Lokomotif Kuban ve Lokomotif Tiflis akla ilk gelenler…
Bunlar da, demiryolu işçileri tarafından ya da dönemlerinin demiryolu yöneticileri tarafından kurulmuşlar. Hatta direkt devlet destekli olarak kurulanlar bile var. Aynı bizim de ülkemizdeki Demirspor’lar örneklerinde olduğu gibi…
Evet, ülkemizdeki Demirspor’lar da, bizzat genç Türkiye Cumhuriyeti’nin; “Yurttaşın fizik ve moral kabiliyetlerinin ulusal ve inkılapçı amaçlara göre gelişimini sağlayan oyun, jimnastik ve spor faaliyetlerini sevk ve idare etmek maksadıyla”, 16 Temmuz 1938 tarih ve 3961 sayılı Resmi Gazetede, sayfa 10300’de ilan ettiği, 3530 sayılı Beden Terbiyesi Kanununun 21. maddesine istinaden kurulmuşlardır. Şöyle ki, beş yüz kişiden fazla memur ve işçi çalıştıran kurumlara, çalışanlarını ve ailelerini spor yaptırma ve buna teşvik edecek desteklerde bulunmaya yöneliktir söz konusu kanun…
Ta, 1930’larda kurulmaya başlanan Demirsporlara, devlet desteği kısa süre sonra verilmeye başlanmış ve birçok kurum takımının kurulmasına sebep olmuştur yukarıdaki kanun. Demirsporların ilki Eskişehir Demirspor’dur ve kendilerini İzmir Demirspor takip etmiştir. Ardından Ankara, Samsun, Kayseri, İstanbul ve Adana Demirsporlar hayat bulmuşlardır. Ve önemle yazmalıyım ki; kuruluş amaçları sadece futbol oynamak ya da oynatmak değildir bu ekiplerin… Jimnastik, atletizm, tenis, güreş, boks ve hatta eskrim dahi vardır kollarında… Elbet ki, futbol da olacaktır.
Rakiplerimizdeki Dinamo ya da Lokomotif ön adları gibi değildir bizimkiler… Vücut buldukları şehir ya da yer adlarından sonra yakıştırılmıştır Demirsporlar… Ve en çok bilinen örnek de Adana Demirspor’dur. Belki de futbol branşında, diğer Demirsporlara oranla, daha fazla üst lig görmüş olması olasıdır bu bilinirliğinde…
Neden Demirsporları yazdım bugün? Çünkü 27 Mart günü, “Dünya Demiryolu Çalışanları Günü” olarak kutlanır. Demirsporlarda forma giyen tüm emekçi sporcular da, neticede o camiaların üyeleridir ve kutlu olsun o halde onların da günleri…
Ancak, Adana Demirspor’un, azim ve inatla başarılı olmayla ilgili ve Dr. Nihat Korkut Baysal’ın anlatısı olan, yaşanmış bir hikâyesi ile bitireyim yazımı;
“1940’lı yıllarda Adana Demirspor, su topu takımı kurar. Takımın başına da Muharrem Gülergin getirilir. Problem şu ki; Adana’da nizami havuz bir tanedir ve pek sıra gelmez... Muharrem bundan hiç gocunmaz. DSİ kanallarında çalıştırır Adana’nın gençlerini… Kendi de zaten 20 yaşında var yok. Demirsporlu gençler kanala su verildikçe çalışarak önce Çukurova şampiyonu olurlar, sonra İstanbul Moda Havuzunda Türkiye finallerine katılırlar. Gençler otobüste yatmakta maç günü havuza girip rakiplerini yenmektedir. Sonunda finale kadar gelirler. Üstelik antrenörlük ve kaptanlık yapan Muharrem’in parmağı da kırılmıştır. Finalde rakiplerini 7-6 yenerler.
Her biri kendi arabası ile gelen yalı çocukları ilk defa doğru düzgün havuz gören, otobüste yatan Adanalılar’a yenilmeyi kendilerine yediremezler. Başlarlar itiraza;
“Efendim top beş gram normalden ağır”… “Adanalıların kaptanın eli sargılı oynadı”…
Envai türlü itiraz… Üstelik anne babaları da kalantor. Hakemler şaşkın halde beklerken Muharrem Gülergin bu kadar tantanaya dayanamaz, elindeki sargıyı çıkarır ve Adana Demirspor tarihine geçecek o cümleyi söyler;
-Tamam lan girin suya, baştan oynuyoruz!
Maçın sonunda bu kez 12–0 kazanırlar.”
Dipnot; “En zoru harekete geçmek. Gerisi azim ve kararlılıkla geliyor”. Amelia Earhart.
Kaynakça:
Resmi Gazete, 1938, S.3961 (16Temmuz 1938), s. 10.300-10.301. https://www.resmigazete.gov.tr/arsiv/3961.pdf Erişim tarihi: 25.03.2021.
E. Çanak, Ç.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 24, Sayı 1, 2015, Sayfa 1-12.