Bugünlerde tv dizisi “Şakir Paşa Ailesi-Mucizeler ve Skandallar” ile gündemde roman ve öykü yazarı Cevat Şakir Kabaağaçlı. Bilinen ismiyle, “Halikarnas Balıkçısı. Kısaca; “BALIKÇI!
TV’de ekranlarında yeni bir dönem dizisi “Şakir Paşa Ailesi-Mucizeler ve Skandallar”.
“Halikarnas Balıkçısı” diye bilinen roman ve öykü yazarı Cevat Şakir Kabaağaçlı, babası Osmanlı valilerinden Şakir Paşa ve ailesini anlatan bugünlerde de-polemikler ve tartışmaların- odağındaki dizi.
Osmanlı döneminden Cumhuriyet’e uzanan bir zaman diliminde Şakir Paşa ailesinin yaşadığı skandalları ve mucizevi olayları konu alıyor.
İlk yayınlandığında Cevat Şakir’in torunları dava açmıştı.
Sonraki hafta da çekimlerin yapıldığı Büyükada’daki köşk kuşkulu bir şekilde yanmıştı.
Şimdi öğreniyoruz ki çekimler yeniden başlamış…
****
Biz bu polemik ve tartışmaların dışında kalıp “”Halikarnas Balıkçı’’sından kısaca ‘’Balıkçı’’dan söz etmeye çalışacağız.
Balıkçı, henüz 26 yaşındadır alnına "Baba Katili" damgası vurulduğunda.
Türk Edebiyatında "Halikarnas Balıkçısı"nın da doğuşudur bu "facia".
Üstat Sadun Tanju'nun ifadesiyle; "hikayeleri romanları, hele hele Anadolu uygarlıklarını bizim geçmişimizin temelleri kılan tarih çalışmalarıyla, kültürümüzün parlak bir yıldızı haline gelecektir.
87 yaşına kadar insan sevgisini, yaşama sevincini, Anadolu zenginliğini şen şakrak anlata anlata bitiremeyen “Halikarnas Balıkçısı “
sadece o "fatal gece' hakkında kimseye birşey söylemez."
(fatal: öldürücü)
****
Birinci Dünya Savaşı yıllarını ve Kurtuluş Savaşı günlerini cezaevinde geçırirken -deyim yerindeyse- kendi iç dünyasının dehlizlerinde dolaşır.
Tahliye olduğunda da bitmemiştir iç hesaplaşması. Fırtınalar esmektedir ruhunda. Huzur bulmak için cami ziyaretleri yapar. Aradığını bulamayınca Fatih'te bir Rüfai dergahına gider. Bir derviş olmuştur; kısa süre de olsa. İstanbul'un işgali de onu son derece hüzne boğmaktadır. Dergah da onu kesmemiştir.
En iyisi çalışmaktır onun için. Öğrendiği tezhip sanatı, minyatürcülük ona Babıali'deki gazete ve dergilerde ressam olarak iş bulmasını sağlayacaktır "Paşazadenin".
Marifetlidir. Aldığı para umurunda bile değildir.
Yeniden hayata dönüşün keyfini yaşamaktadır.
Çalıştığı dergide kısa öyküler de yazmaktadır. Huzura eriştiğini düşünmektedir.
****
İşte o günlerde Cevat Şakir yaşamının ikinci dramıyla karşıya kalır.
Şöyleki; çalıştığı Zekeriya Sertel' in dergisinde "cepheye sevk edilirken yolda kaçıp ailelerini görmeye giden, hasret giderdikten sonra birliklerine döndüklerinde idama mahkum edilen birkaç askerin" öyküsünü yazıya dökmüştür.
Ankara Hükümeti küplere binmiştir.
Başlatılan soruşturma sonunda Cevat Şakir ve Sertel, Ankara İstiklal Mahkemesi 'nde yargılanır.
İdamı bile düşünmektedir Cevat Şakir. İpten kurtulsa bile zindanlarda çürüyeceğinden endişelidir.
Son duruşmada mahkeme reisi "Üç yıl sürgün" cezasını verdiğini açıklayınca bir türlü inanamaz karara. Öyle ya o ömür boyu hapislerde yatmayı bekliyordu.
Anılarında da o günleri şu cümlesiyle özetleyecektir;
"Yeniden doğmanın sevinci kapladı içimi..."
****
Yeniden Sadun Tanju'nun "Eski Dostlar" daki ifadelerine dönelim;
"Mevsim ilkbahardır ve Balıkçı 36 yaşındadır.
Ege, Arşipel, o canım Eski Deniz gözlerinin önünde serilidir.
Picasso gibi 'mavi dönemi' başlamıştır ömrünün.
Doya doya bir 50 yıl daha yaşayacaktır .
Hayatın pek öyle tarife sığar bir yanı yoktur.
Ya kendiliğinden akışı değişiverir, ya da sen onu değiştirirsin.
Ya, bana geldiği gibi sürsün diyeceksin, o zaman enginin sesine kulakların tıkalı olacak, hiçbir çağrıyı duymayacaksın; hayat senin için eski yaşanmışlığın durgun sularında dalgın gözlerle kendini seyretmek olacak; ya da düşlerini gördüğün güzellikleri aramaya çıkacaksın; canına yandığımın dünyasının altını üstüne getireceksin,
kendi gözlerinl görmek duymak, bilmek için...
Balıkçı; bu yolların ikincisini seçer.
Duygu ve düşünce âleminde başıboş, özgür, sadece güzellikleri arayan ve doğan her yeni güne şükürlerle başlayan bir yaşamın eşiğinden adımını atar.
Artık kaderinin kurbanı olmayacaktır.
Sürgünde, beyaz bir Bodrum evinin yoksulluğu içinde denizin engin maviliğine gözlerini diktiği bir akşamüstü, gözlerinden yaşlar akarak, yeniden doğuşunun sevinçlerini yaşar. Bundan sonra ne gelecekse başına, makbulüdür. Her şeyi neşe ile, yürekle, olanı ve olacağı bilerek karşılayacaktır. İnsanlık kültürünün kötülük ve çirkinlik mirasından hissesine ne düşerse hepsini iyiliğe ve güzelliğe dönüştürecektir.
Şu insanoğlunun onca zamandır mermerleri yontarak, kitaplar yazarak, türküler yakıp şarkılar söyleyerek, para pul üzerine basarak ebedi ve egemen kılmak istediği güzellik ve özgürlük, hayatının değişmez amacı olacaktır. "
(Eski Dostlar, İnkılâp -1996)
****
Cevat Şakir 'in en üretken dönemidir Bodrum kalebentliği.
Zaten Bodrum Kalesini, Arşipel'i(Adalar Denizi) gördüğünde büyülenmiştir. O, insanları da Anadolu'yu da sürgünde tanımıştır.
Hikâyelerinde ve romanlarındaki kahramanlar, aslında kendisidir.
O da, kahramanları da -hep- zenginliğin parayla değil özgürlükle ölçülmesinden yanadır.
"Bodrum'da neş'e ve gülüş var!" demiş , gördüklerini -yaşadıklarını yazmaya koyulmuştur...
İnsan iyiliği, mertliği güzelliği hakkında ne biliyorsa ne düşünüyorsa onları kitaplarına geçirmiştir.
Sadece insanların içlerindeki zenginliği arayıp çıkarmıştır.
Çok sevdiği denizin de "sonsuza doğru bir yolculuk, macera, güzellik, hayat, değişiklik, umut, bekleyiş olduğunu ve sürgün gününden beri deniz sayesinde de yaşlanmadığını" savunmuştur...
Mavi Sürgün, Aganta Burina Burinata, Uluç Reis, Ötelerin Çocuğu, Turgut Reis, Deniz Gurbetçileri, Bulamaç, Ege'den Denize Bırakılmış Bir Çiçek, Gençlik Denizlerinde, Parmak Damgası, Çiçeklerin Düğünü, Dalgıçlar böyle edebiyatımıza armağan edilmiştir Balıkçı'ca...
“BEN HALİKARNAS BALIKÇISI-DOĞDUM SEVDİM ÖLDÜM”
Cevat Şakir bize Anadolu ufkunu açan “Anadolu Efsaneleri” kitabının önsözü’ne “Dünya’da düzenli bir anlatışa hiç gelmeyen bir yer varsa, o da Anadoludur” diye başlar. O, “Yunan Mitolojisi” diye dayatılan Tanrı, tanrıça ve tanrısal kahraman öykülerinin Anadolu kaynaklı olduğunu öğreten bir öncüydü.
Onun en yakınında bulunmuş isimlerden hatta “Manevi Oğlu” olarak da anılan rahmetli Şadan Gökovalı hocamız bakın bu konuda neler yazmış?; Öncülüğü, Anadolulu olduğu için miydi bu? Kesinlikle hayır! Bir Balıkçı dostunun ‘Okullarda okutulmalı, başka dillere çevrilip Türkiye’nin tanıtımı için dünyaya dağıtılmalı’ dediği ‘Anadolu’nun Sesi’nde yazdığı gibi; ‘Bu Anadolulu düşünürler Patagonyalı olsalardı, kendileri hakkında yazılanlar, gene burada olacaktı’
Gökovalı devam ediyor: “1973’e girilirken TRT, bazı ünlüler gibi Balıkçı’dan bir yeni yıl iletisi istedi. O sıralar TRT İzmir Radyosu Eğitim Yayınları Müdürüyüm. Yapımcı arkadaşım Okay Sağtürk’le Balıkçı’nın Hatay’daki ‘Merhaba’ apartmanındaki dairesinin kapısını çaldık. Baba’mın Hatico’su açtı kapıyı. Balıkçı çalışıyordu. Divanda Türkçe yazarken, masaya geçip Fransızca, yere uzanıp İngilizce yazıyordu. Sonradan aklına gelenleri ayrı kağıtlara yazıp, sayfanınsağına soluna yapıştırıyordu böylece kenttaşımız Homeros’unkiler gibi dizeleri değil, sayfaları kanatlı oluyordu.
İlkin bir anekdot aktardık ona: “’Vaktiyle Doğulu bir hükümdar bilginlerini çağırıp ‘ben’ demiş ‘insanlık tarihini öğrenmek istiyorum’, yazıp getirin!’
Bilginler günlerce uğraşmışlar, üç cilt kitap getirmişler. Hünkar:
‘Bunu okuyamam, daha kısa yazın!
Bilginler bu kez haftalarca çalışıp tek cilt kitapla gelmiş Hünkar’a. O da bu kez, ‘Çok uzun, bir tümceyle özetleyin insanlık tarihini!’
Son kez gelir bilginler; derler ki;
‘İNSANLAR, DOĞDULAR, SAVAŞTILAR, ÖLDÜLER!..’
Gökovalı da , “Balıkçı’ya sorar; ‘Sen olsan nasıl özetlersin insanlık tarihini?’
Cevat Şakir düşünmeden yanıtlar:
‘İNSANLAR, DOĞDULAR, SEVDİLER, ÖLDÜLER!..’’
Prof.Dr.Şadan Gökovalı da “Balıkçı’’nın yaşamına dair yazacağı kitaba bu adı uygun görmüştür.
(Ben HALİKARNAS BALIKÇISI Doğdum Sevdim Öldüm-Şadan Gökovalı /Ustayla Paylaştıklarım,TUREB Yayınları-Nisan 2014)