Tarih 16 Şubat 1999’du. On binlerce insanımızın katili terör örgütü PKK’nın elebaşı Abdullah Öcalan, Türk güvenlik güçlerince Kenya’da yakalanarak Türkiye’ye getirildi.
Tarih 16 Şubat 1999’du. On binlerce insanımızın katili terör örgütü PKK’nın elebaşı Abdullah Öcalan, Türk güvenlik güçlerince Kenya’da yakalanarak Türkiye’ye getirildi.
İsrail medyasında o günlerde çıkan haber ve yorumlarda, İsrail gizli servisi MOSSAD’ın bölücü terör örgütü elebaşı Öcalan’ın yakalanmasında Türkiye’ye yardım ettiği iddia ediliyordu. Dönemin MOSSAD Başkanı Efraim Halevy ise, bu iddiaları kesin bir dille reddediyordu.
İşte o günlerde İsrail’in önde gelen gazetelerinden sağ eğilimli Jerusalem Post’ta Gil Sedan imzasıyla yer alan “İsrail, Kürtlerden uzaklaşıyor mu?” başlıklı bir analiz son derece dikkat çekiciydi.
Sedan 22 Şubat 1999 tarihinde yayımlanan makalesinde, “PKK-İsrail gerilimi ve Netanyahu hükümetinin Türkiye’ye verdiği büyük istihbarat desteği, İsrail’in uzun yıllar büyük uğraşlarla oluşturduğu Kürtlerin gözündeki olumlu imajına büyük zarar veriyor. Ben Gurion, Ortadoğu’da Arap olmayan halklarla hep büyük dostluklar kurmaya çalışırdı. Bu doğrultuda Türkiye, Irak, Suriye ve İran’daki Kürtlerle yakın ilişkiler kuruldu. Başbakan Netanyahu’nun bu yaklaşımı Kürtler ile İsrail arasındaki bağı tehdit ediyor. Oysa İsrail’de şu an yaklaşık 200 bin Kürt Yahudisi yaşıyor. Bu topluluğun gururu da başbakan olması beklenen İtzhak Mordehay’dır” diyordu.
İSRAİL’DEKİ KÜRT LOBİSİ
Makalede Kürt Yahudileri olarak bahsedilenler, İsrail’e göç etmeden önce Irak’ın kuzeyindeki Dohuk, Süleymaniye, Musul, Kerkük ve Erbil kentlerinde yaşayan Yahudilerdi.
1950’li yıllarda Irak’ta yaşayan yaklaşık 110 bin Yahudi, İsrail’e göç etti. Bu kişilerden 18 bin kadarı da yukarıda saydığım Irak’ın kuzeyindeki kentlerden göç eden Yahudilerdi.
Bu insanlardan bazıları sadece İsrail’de değil ABD’de de ileriki yıllarda önemli görevlere geldi.
Gil Sedan’ın makalesinde bahsettiği İtzhak Mordehay, 1944 yılında Erbil yakınlarındaki Akre’de doğdu. Ailesi ile birlikte 5 yaşındayken İsrail’e göç etti. Gençlik yıllarında orduya katıldı ve Arap-İsrail savaşlarında gösterdiği kahramanlıklarla tüm- generalliğe kadar yükseldi. Ardından siyasete atılarak o dönemde de İsrail başbakanı olan Binyamin Netanyahu’nun Likud partisinden milletvekili seçildi. Netanyahu hep övgüyle bahsettiği Mordehay’ı savunma bakanı yaptı.
Ancak ikilinin arası bir süre sonra açıldı. Netanyahu’yu kişisel siyasal çıkarları için ülkeyi tehlikeye atmakla suçlayan Mordehay hem bakanlıktan hem de partisinden oldu. Mordehay, daha sonra Ehud Barak’ın başbakanlığı döneminde ulaştırma bakanı oldu ama bu kez de adı bir cinsel taciz skandalına karışınca siyaseti bırakmak zorunda kaldı.
Sedan’ın, Mordehay için kurduğu başbakanlık hayali hiçbir zaman gerçekleşemedi gerçi ama makalede vurgulanan ve sayıları günümüzde 280 bine ulaşan Kuzey Irak Yahudilerinin, İsrail’in Kürt politikasında önemli bir role sahip olduğu da göz ardı edilmemeli.
MOSSAD’IN BABASI ŞİLOAH
İsrail daha kurulmadan önce kurulacak bir Yahudi devletinin düşman Arap devletleri ile kuşatılarak boğulmak isteneceği belliydi. İsrail istihbaratının babası kabul edilen Reuven Şiloah’ın 1930’lu yıllarda ilk görev yeri Irak’tı. Irak’taki Kürtlerle yakın ilişkiler kuran Şiloah, daha o yıllarda Arap olmayan bu insanların kurulacak Yahudi devletinin müttefiki olması gerektiğine inanıyordu. Şiloah, 1940’da MOSSAD’ın temelini oluşturan Shai adlı istihbarat örgütünü kurdu ve başına geçti. Kuzey Irak’taki Kürt aşiretlerle bölgedeki hahamlar aracılığıyla iletişime geçen Şiloah, 1949 yılında kurulan MOSSAD’ın ilk başkanı olacak ve Kürt kartını İsrail devleti için Araplara karşı kullanan ilk istihbaratçı olarak tarihteki yerini alacaktı.
GURİON’UN VASİYETİ
Şiloah’ı henüz 20’li yaşlarında keşfeden ve istihbaratçı olarak yetiştirmeye başlayan İsrail’in kurucu babası ve ilk başbakanı David Ben Gurion bölgeye ilişkin dış politikasını daha İsrail kurulmadan önce belirlemişti.
Gurion’a göre kurulacak Yahudi devleti, Arap olmayan ve dış çemberde kalan Türkiye, İran ve Etiyopya ile yakın ve dostane ilişkiler geliştirmeli ve bu ülkelerin desteğiyle üzerindeki Arap baskısını azaltmanın yollarını aramalıydı.
Gurion için bu 3 ülkenin dostluğu özel konumdaydı. İsrail’in kurucu babası, düşman Arap ülkelerinin içinde yer alan farklı etnik ve dini grupların da bu ülkelerin istikrarsızlaştırılması için mutlaka kazanılması gerektiğini savunuyordu.
PEŞMERGEYE “HALI” KOD ADI
İsrail’in Kürt gruplara silah ve askeri eğitim desteği vermeye başlamasında Irak’ta ve Suriye’de Pan-Arabizm idealine inanan Baas rejimlerinin 1963’te iktidarı ele geçirmeleri belirleyici oldu. Pan-Arabizm’i tehdit olarak gören sadece İsrail değildi.
İran gizli servisi SAVAK’ın desteğiyle MOSSAD ajanları Kuzey Irak’ta Molla Mustafa Barzani’nin peşmergelerine silah sevkiyatına başladı. Sürecin mimarı ve dönemin MOSSAD Başkanı Meir Amit için bu yeterli değildi. Amit, İsrail ve Barzan aşiretine bağlı peşmergeler arasındaki stratejik işbirliğinin son derece gizli tutulmasını ve tıpkı bir halı gibi ilmek ilmek örülmesini istiyordu.
Marvad (Halı) kod adı verilen peşmergelere 1965 Ağustos’undan itibaren İsrail’de 3 ay süreyle istihbarat eğitimi verildi. İsrail’in para ve silaha boğduğu Molla Barzani’nin peşmergeleri, 1967’de İsrail ile Arap komşuları arasında “6 Gün Savaşı” başlar başlamaz Kerkük’teki petrol rafinelerine saldırılar düzenleyerek müttefikleri İsrail’i zor anında yalnız bırakmayacaklarını kanıtlamışlardı. Molla Barzani’nin ölümünden sonra yerine geçen oğlu Mesut Barzani de babasının izinden gitti.
Önce Birinci Körfez Savaşı ardından gelen Birleşmiş Milletler yaptırımları, 36. Paralelin kuzeyindeki keşif gücü derken İkinci Körfez Savaşı ve nihayetinde de 9 Nisan 2003’te Bağdat’ın işgali. Sonra yıllar süren Şii-Sünni çatışmaları ve Erbil ile Bağdat arasında yaşanan gerilimler.
Irak’ta son 35 yılda yaşananlar ülkenin etnik ve mezhepsel temelde “De Facto” olarak üçe bölündüğünü gösteriyor. Ortaya çıkan tabloya baktığımızda Şiloah’ın hayallerinin gerçekleşmediğini söylemek mümkün mü?
GOLANİ’NİN BAŞINDAKİ DEMOKLESİN KILICI
Şimdi Esad rejiminin yıkılması sonrasında Suriye’nin geleceğinin nasıl şekilleneceği konuşuluyor. Esad rejiminin devrilmesine rağmen Suriye’de silah ve mühimmat depolarına saldırılarını sürdüren İsrail ordusu, sadece sınırda bir tampon bölge oluşturmakla kalmadı bölgenin önemli su kaynaklarından biri olan stratejik Hermon-Şeyh dağını da işgal etti.
Suriye’de iktidarı ele geçiren HTŞ ise, Batı’nın özellikle de ABD’nin kalbini kazanabilmek için İsrail’i incitmemeye çalışıyor.
ABD, Şam’ın düşmesinin ardından tehlikeli bir terörist olarak gördüğü HTŞ lideri Golani’nin başına koyduğu 10 milyon dolarlık ödülü kaldırdı. Amerikan medyası da birden tavır değiştirdi ve Golani’nin demokrat ve ılımlı bir lider olduğu yönünde yayınlar yapmaya başladı.
Ancak Washington yönetimi, HTŞ’yi hala terör örgütleri listesinden kaldırmadı. Esad rejiminin yıkılmasına rağmen Suriye’ye uyguladığı yaptırımları da sürdürüyor.
HTŞ lideri Golani de çok iyi biliyor ki terör örgütü sınıflaması ve yaptırımlar devam ettiği müddetçe Suriye’nin yeniden inşasının gerçekleşmesi mümkün değil.
Görünen o ki Washington, elindeki bu kartları Demoklesin Kılıcı gibi Golani’nin başında bir süre daha sallamakta kararlı.
ABD’nin Ortadoğu stratejilerinin vazgeçilmez aparatı olan havuç-sopa politikası, HTŞ konusunda iki temel eksene dayanıyor: İsrail ile yumuşama ve terör örgütü PYD’nin kontrolündeki alana geniş özerklik.
Washington ve Tel Aviv, Suriye’nin doğusunda, ABD üssünün de bulunduğu bu alanda kontrolü devam ettirerek PYD’i İran’a yönelik olası bir harekatta kara gücü olarak kullanmak istiyor.
Tarihin cilvesine bakın. Yaklaşık 60 yıl önce İsrail’e peşmergeleri eğitip donatması için her türlü maddi ve manevi desteği sağlayan İran, şimdi İsrail’in ve ilmek ilmek ördüğü “Halılarının” hedefinde.