Biraz izin yapayım, kafayı dinlerim dedim olmadı. 12 Eylül 1980 darbesini yaşayan bir nesil olarak oldukça sönük darbe girişimini tatilde gördüm.
Ortalıkta bir sürü soru işareti var. Zaten hepsini okuyan okuyor, bir de ben tekrar edip, içine edilmiş kafalarınızı boşuna doldurmayayım.
Derdim bundan sonrasıyla ilgili.
Kaygım var, korkum yok...
***
Üç günde 50 binin üzerinde kamu çalışanının işine son veren böylesine bir hareketin, emekçiler üzerinde olumlu bir etkisi olduğunu söyleyen sanırım çıkmaz.
Hele hele, kiralık işçi, kıdem tazminatı gibi konularda gerileyen hak-hukuk kavramının daha ateşi bile sönmemişken, hop diye ortaya çıkan darbeciler, emek dünyasının tam da içine ettiler.
Bir günde onlarca televizyon kanalının lisansını iptal etmek, onlarca gazetecinin basın kartına el koymak, gazetelerin basımına engel olmak, çıkmaya çalışanları toplatmak, darbe karşıtı gibi görünse de bal gibi otoriterleşmenin yeni yüzüdür artık.
Milyonlarca insanı tedirgin eden sadece eli silahlı askerler ve tanklar mıdır, yoksa gün geçtikçe artacağı iyice belli olan baskılar mıdır?
***
Darbeler nerede ve ne zaman yapılırsa yapılsın, her zaman emekçileri hedef alır. Daha fazla demokrasi için santim santim kazandığınız mevziler bir gün içinde, bazen bir kaç saat içinde kilometrelerce geriye gider. Emekçi için sıfır noktasıdır darbe, cesaret ve silkiniş ister.
Emekçiye kapalı bütün meydanlar, sokaklar, caddeler, kendilerini demokrasi havarisi olarak gösteren, ağızlarından “Ya Allah bismillah, Allahu ekber” sesi çıkaranlarla dolar.
Tıpkı 12 Eylül 1980 darbesinin ardından başlatılan “cadı avı” gibi yeni cadı avları başlar. Gözaltı süreleri uzatılır. Mahkemeler “olağanüstü” koşullar iddiası ile hukuku askıya alır, pek çok hukuk kuralını hiçe sayarak kararlar verir.
***
Bugünlerde de yaşadığımız, darbe ile diktatörlük arasında seçim yapmak zorunda bırakılışımızın nedeni de budur.
Yılgınlık...
Daha düne kadar, toplumu bölen, parçalayan, ayrıştıran, kutuplaştıran, kamplaştırılan bütün söylemler yok olmuş gibi, bunu yapanları da bir biçimde aklarız. Hatırlayınız 1980 darbesini... Kenan Evren'in her gittiği her yerde öğrencileri, memurları sokağa döker, alkışlatırlardı.
Şimdi ne farkı var...
Darbeciler 15 Temmuz'da başarılı olsalardı, emekçilerin, yoksul halkın hayatında ne değişecekti?
Daha mı çok kazanacaklardı?
Demokrasi daha mı genişleyecekti?
Elbette hayır...
Peki, darbe başarılı olmadı da emekçilerin, yoksul halkın hayatında ne değişti?
Yine hiçbir şey...
Öyleyse, darbeye karşıyız diye demokrasiyi kısıtlayan iktidara, iktidara karşıyız diye de canımıza kasteden darbecilerden yana olmamız mümkün değildir.
***
Kimse umutsuz olmasın...
Darbeciler de, sivil diktatörler de hayatın olağan akışına karşıdır.
Özgürlüğe, demokrasiye karşıdır.
Emeğe, emek mücadelesine karşıdır.
O yüzden de ipek böceği gibidirler.
Uzun görünen ama çok kısa süren yaşamları vardır, o da korkuyla geçer.
Kazanan hep demokrasidir.
Mehmet Akif'in dediği gibi, “Kimbilir, belki yarın, belki yarından da yakın.”
Velhasılı, hoşbulduk...