İnegöl, Bursa derken, yayınevimiz Yağmur ile kırk yıllık dostumuz ve yayıncımız Ercan Günaydın’dan gelen “imza günü-söyleşi” celbiyle, bu kez de Antakya’ya gittim. Bu alacakaranlık günlerde, okurlarla hele çocuklarla buluşmak, tanışmak harika bir nefeslenme olanağıdır. Aşinaların çok iyi bildiği yoğunluğumdan fırsat yaratır, mutlaka gitmek isterim. Kadim kültürlerin harman yeri Antakya’ya, Devlet Tiyatroları yıllarımda turnelerle üç beş kez gitmişliğim vardır. “Anlatılamaz, yaşamak gerekir” tanımına denk düşen bir kenttir. Ortadoğu’nun memleket sınırları içindeki bileşkesidir. Türk, Kürt, Ermeni, Çingene, Hristiyan, Alevi, Süryani… Say say bitmez, de ki her biri papatyamızın güzelim yaprağıdır. Mimarlık harikaları içinde, diller, dinler, sesler ve elbette taam şölenidir. “Çan, Ezan, Hazan” diye tanımlanır ki, saatlere sıkışmış konuklukta, ben yalnızca ezan işittim. Hazandan meram nedir bilemem, dolaştığım sokaklarında hüzünle çok sık karşılaştım. Suyu çekilmiş Asi’nin, az ötede ülkeler arasına sınır çekmiş Amanos Dağlarının, bir de hiç ummadığım keskin ayazın tanıklığında, bir sarayın yatak, banyo ve dolaptan mürekkep bir odasında son oyunumu bitirdim, notlar aldım, şiir girişleri yaptım. Biz de kalmasını biliriz saraylarda, ne sandınız? Gerçi benimki mütevazı bir otelin adıdır ve de bize düşse düşse sarayın bu hali kalır. Ama çok şirindi ve en güzeli kentin kalbinde oluşuydu. Konumuza dönelim.
“Çocuk, sanat ve sanat emekçisi” bağlamında söyleyecek birkaç sözüm vardır. Bana bu hakkı, çocuklar için iyisiyle kötüsüyle 20 dolayında Çocuk Oyunu yazmak, çokça oyun yönetmek, Çocuk Tiyatrosu Dramaturgisi üstüne belki de ilk sözleri eden biri olmak ve yıllarca İl Milli Eğitim Müdürlüğünde Oyun Değerlendirme Komisyonu üyeliği yapmanın deneyim ve birikimi verir. Hepsi bir yana, yetişkinler dünyasındaki yıpranma ve yorgunluğun tahribatına, çocuklar için yazmakla ve umudumu tazelemekle dayanıyorum desem, yalan söylememiş olurum. Dahası, yaşadığımız süreçte çocukların “yangında ilk kurtarılacak değerler” olduğuna inanırım. Bunu bilmek insana büyük sorumluluk, yükümlülük ve elden geleni yapmak için yorulmayı unutmak görevi verir. Umarım ve dilerim, bu sözlerin gereğini, bilime, akla, vicdana ve yurtseverliğe uygun biçimde yapıyorumdur. İmza ve söyleşi günlerinde onlardan çok şey öğreniyorum. O günlerde genellikle konuşmamı kısa keser, söyleşinin soru-yanıt biçiminde ilerlemesine, onların hayata ve her şeye dair görüşlerini, yaklaşımlarını, elbette yazdıklarıma dair eleştiri ve önerilerini dillendirmelerine zemin oluşturmaya çalışırım. Antakya TED Koleji öğrencileriyle de öyle oldu. Yetişkinlere, öğretmenlere ve meslektaşlarıma anımsatmak isterim: “ders” verilmekten sıkılıyorlar, her şey için zaman istiyorlar, düşünsel-estetik haklarına özen bekliyorlar, göz hizasından muhatap alınmalarını ve tepeden konuşulmamasını istiyorlar. Boyunuzun üç katı bir yaratığın tepenize dikilip, sizinle konuştuğunu düşünün, hemen “empati” (duygudaşlık) kuracaksınız. Hele o bilgiç-buyurgan parmaklarımız var ya, hemen sallamayı kesmemizi ve indirmemizi istiyorlar. Dayatmalardan hoşlanmıyorlar ve demokratik haklarına saygı bekliyorlar. Tabii ki bütün bunları benim gibi “diplomatik dille” değil, içtenlikle, iyi niyetle ve yalana bulaşmamış yüreklilikle dillendiriyorlar. Antakya’da, 200’den fazla çocukla söyleşirken, bu gerçeği yeniden yaşadım ve öğrendim.
İmza sırasında, her biriyle iki satır söyleşip, duygularımı kitaplarına tek tek yazarken, sevgili öğretmenlerinden biri şunu söyledi: “Çok yoruldunuz. Oysa bize gelen yazarların kimi, kitaplara bizim yazı yazmamızı isterler, sonra gelip altlarına imzalarını atarlar.” Bilmem, öğretmenimin dillendirmeye çalıştığı kepazeliği aktarabildim mi? Umuyor ve diliyorum ki, o “yazarcıkların” arasında, benim aşina olduklarım, dostum olarak kabul ettiklerim yoktur. “Bana hemen adlarını verin, gazetede teşhir edeceğim!” dedim. Başkası adına utanmayı bilen ve onları onlara rağmen koruyacak kadar incelikli bir insandı ki, ne yaptıysam söylemedi. Ama onlar adına utanç duydum. Çocuklar için üretmeyi “kolay”, “basit” ve “cukkası bol” bir alan olarak görmeniz yetmiyor da, bir de üstüne tüy mü dikiyorsunuz, gidinin yazar parçacıkları!
Keyfimi kaçıran tek şey bu oldu. Konuya dair çok şey var, yeri geldikçe yazacağım.Yeni Yılınız, beklentileriniz ve emeğiniz kadar olacak. Şimdiden kutlarım.