Şair, yazar, öykücü, düşünür İsmail Mert Başat’ı 15 Ocak 2022 tarihinde 77 yaşında İzmir’de yitirmiştik. Uzun yıllardır İzmir’de yaşıyordu. Değerli İsmail Ağabey, uzun yıllar dostluğunu ve ağabeyliğini paylaşmaktan onur duyduğum bir insandı. İsmail Ağabey (16 Ağustos 1945 doğumlu) Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi mezunuydu. Gerçek bir 68‘liydi. O yıllarda Mahir Çayan ile yakın dostluğu olmuştu, kütüphanesinde O’nun bazı el yazmalarına sahipti. O duruşunun ve kuşağının yaşadığı acıların bedellerini ödemiş, erdemli bir hayat sürmüştü.

İsmail Mert Başat Kitap

Asıl adı, İsmail Sulhi Coşkuner’di. Yazı ve şiir serüveni 1960’ta başlamıştı. Amatör olarak oyuncu, yazar ve yönetmen kimliğiyle tiyatro ile de yakından ilgilenmişti. Şiirleri, öyküleri ve denemeleri; politik yazılarıyla başta “Türkiye Yazıları” olmak üzere pek çok dergi ve gazetede yayımlanmıştı. 2014 Antalya Altın Portakal Şiir Ödülü etkinliğinin Onur Konuğu olmuştu. Ölümünden önce 2017 yılında Ruhi Su Şiir Ödülü’ne layık görülmüştü. Entelektüel birikiminin şemsiyesi altındaki sahici mütevazı duruşuyla, bilge bir insan portresi çiziyordu.

İsmail M. B.

Yaşamının son döneminde akciğer kanseri tedavisi nedeniyle bir süre tedavi gördü. Dostları ‘kalpleri ve sevgileriyle’ hep yanında oldu. Son telefon konuşmamızı hatırlıyorum bu yazıyı kaleme alırken, hüzün gövdeme bir dağ gibi çöküyor. O anda ikimiz de artık son aşamaya geldiğinden emindik. Zaten telefonda sesi dağılıyor, konuşmakta zorlanıyordu. Çok kısa dokunaklı bir konuşma oldu aramızda, buruk sessiz bir vedaydı… Telefon kapandı… Ve işte 2017 Ruhi Su Şiir Ödülü’ne layık görüldüğü ‘toplu şiirler’inin yer aldığı 'Külde Kor İzleri' adlı kitabın arka kapağındaki şiirinde seslendiği Promethéus gibi, o an ölümü bekliyordu Sevgili İsmail Ağabey, sanki “Yeniden doğmak için”:
Greco'nun bulutları yığılmış odama
Süpürüyorum elimin tersiyle
Güneş yalımları kalıyor yalnızca
Gökyüzüne bağdaş kurup
Ak tülden yayla dumanını seriyorum yeryüzüne

Eğilip, düşen oyuncağını uzatıyorum bir çocuğa
Itırlar, hanımelleri, gelincikler
(İşte saydırtma bana)
Birtakım çiçekler dolduruyorum damarlarıma

Promethéus, sen bekliyordun ölümü
Yeniden doğmak için
Bizse her gün yoğuruyoruz kendimizi
Doğurmak için sevdayı yeniden

 

Sancısı elde, sevda yok ki

İsmail Mert Başat Cumhuriyet Kapak

Her zaman çok zarifti İsmail Mert Başat… Sessiz ama akıcı konuşurdu. Üstün bir zekaya sahipti. Ömrünün bir bölümünü doğal olarak yaşam dertleriyle boğuşarak geçirmiş, yöneticilik yapmış, ama yazı ve şiir serüveninden hiç kopmamıştı. Has şair ve yazar kimliğinin yanında gerçek bir düşünürdü. Özellikle politik derinlikli yazılarıyla da şaşırtırdı hepimizi. Denemeleri çok ayrı bir lezzet taşıyordu. Onunla geçirebildiğim zamanlar benim için her zaman çok kıymetli oldu. Biri bana 5 sene önce, İsmail Mert Başat 15 Ocak 2022’de hayata veda edecek, O’nu bir avuç dostuyla toprağa vereceksiniz, o anda Sevgili Şairimiz Sina Akyol da İsmail Ağabeyi toprağa verenler arasında olacak, çok kısa bir süre sonra Sevgili Sina’nın da olduğu bir akşam İsmail Mert Başat’ı hatırlamak ve anmak için toplanacaksınız; ardından da 22 Şubat 2022 günü Sevgili Sina Akyol’un ölüm haberini alacaksınız, deseydi… İnanmazdım… Ama hayat bir rüya gibi… Ve bu hüzünlü rüyayı sürdürelim… Nasıl mı? Sevgili Sina’nın 21 Ocak 2022 tarihinde saat 18.41’de benim mailime ulaştırdığı bir yazısını paylaşarak… Kıymetli Sina Akyol’umuz, Değerli Şair Abdülkadir Budak’ın yönetimindeki Sincan İstasyonu adlı dergide yayımlamak üzere, İsmail Mert Başat’ı andığı bir yazısını göndermişti. Aynı yazıyı İsmail Ağabey’in dostları olarak Sevgili Fahri Özdemir, Sevgili Tuğrul Keskin ve Sevgili Namık Kuyumcu’ya ilettiğini not düşmüş, yazı dergiye gitmeden önce okumamızı rica etmişti. O gün bu yazıyı okuduğumda boğazım düğümlenmiş, gözlerim dolmuştu. İşte şimdi o dokunaklı, güzelim yazıyı Sina’nın kaleminden paylaşıyorum:

Konak'ta Bir Panelden Hüseyin Yurttaş, Tuğrul Keskin, Veysel Çolak, İsmail Mert Başat

BEN BANA DİYORUM Kİ:

EY SİNA, KALAN ÖTEKİ YARINLA

İDARE ET BUNDAN SONRA.’

Bir vakitlerdi, herhangi bir samimiyetimiz yoktu İsmail Mert Başat’la; bazı edebiyat etkinliklerinde, uzaktan, kibarca selâmlaşırdık, o kadar. Sözün burasında, sonradan ortak dostumuz olacak Turhan Kayaoğlu’nun -Başat’a ulaştırılmak üzere, İsveç’ten gönderdiği- bir hediyesinden bahsetmem gerekecek: Olağanüstü güzellikte, tarifi imkânsız, ahşap bir mektup açacağıydı bu hediye. Nedense ben aracı kılınmıştım, bir gün gelip alacaktı asıl sahibi. Bendeki ömrünü bilmediğim bu hediyeyi o kadar çok sevmiştim ki, ikide bir, gerekmeyen yerlerde bile kullanmaya başlamıştım. Bir yandan da, “İnşallah gelmez almak için, gelse bile geç gelir inşallah” diyordum. Sayılı gündü, çabuk geçti, geldi asıl sahip, alıp gitti o güzelim mektup açacağını. Böylece n’aptım, İsmail Mert Başat’la karşılıklı oturduğumuz, oturup çay içtiğimiz, azıcık da sohbet ettiğimiz ilk günü anlattım.

***

15 Ocak 2022… İsmail’in üstüne kürek kürek toprak atılıyordu. Bir ara, üstüme üstüme atılan toprağı.. yanı sıra İsmail’in bana yukarıdan bakan yüzündeki endişeyi gördüm. Kendime geldiğimde, çukura eğimli yerleştirilen tahtaların ve tahtaların üstünü örten üç parça hasırın İsmail’le birlikte kaybolduğunu da gördüm.

Kitap-3

Yıl 2018’di. Çalışma odamdan sedyeyle çıkarılırken, hatırlıyorum, kendime söylemiştim, “anlaşılan bugün öleceğim” demiştim. Doğru bilmişim, ambulans hastaneye ulaştığında durmuş kalbim. Epey uğraşmışlar üstümde, iki-üç dakikalık gidişin ardından yeniden dönmüşüm hayata. Sonrasında, uyutulmuşum. Doktorlar, endişe içindeki yakınlarıma, “beyinde hasar olup olmadığı ancak uyandığında belli olur” demişler. Uyandıktan bir süre sonrasıydı herhâlde, yattığım odanın dışına bakan genişçe bir pencereydi, o pencereden görmüştüm, benden iyi haber almak için bekleşen dostlarım arasında sevinçle birbirlerine sarılanlar da vardı. İsmail mi, iyice yaklaşmıştı pencereye.

Endişesini geride bırakmış olmanın rahatlığıyla, gülümseyerek bakıyordu bana.

***

Yıl 2000’di, Urla’ya taşınmıştık. Meğer Meral’le İsmail de Urla’da yaşıyorlarmış. Dahası, çok da yakınmış evlerimiz birbirine. Derken, ortak akşamüstülerimiz, çay sefalarımız başladı. Bir gün biz onların bahçesindeydik, ertesi gün onlar bizim bahçeciğimizde... “Yeter, yarın görüşmeyelim artık!” diye şakalaşıyorduk ayrılırken. Yarın olduğunda ise, yine bahçelerden birindeydik, akşam yemeğinde…

Şair Dostlarıyla

Şeker hastasıydı İsmail. Eşim Şadiye, şekersiz olduğu iddiasıyla, şekerpare ikram ederdi ona.

Ama olmuyor ki İsmail Bey, hangi tatlıyı yapsam yemiyorsunuz!” diye de şakacıktan küserdi. “Söz” diyerek sürdürürdü şakayı İsmail, “bir dahaki sefere...”

Şeker hastası olması rakısından vazgeçmesi için yeterli sebep değildi. Her akşam, tek-duble arası iki kadehi ve ek olarak bir adet “jilet”i vardı. Bu toplamdan mahrum kalmamak için yediklerine aşırı derecede dikkat ederdi. Örnek mi.. tabii ki farklı günlerde.. dört tane kiraz, iki tane çilek, bir tane kayısı.. katiyen fazlası yok!

Madem rakı bahsindeyiz, devamla: İnceliğinin, kibarlığının, zarafetinin yansıması bağlamında

anlatmam gereken bir nokta daha kaldı, işte anlatıyorum. Son döneminde bir ‘yardımcı kadın’

bulmuştuk ona. Gece-gündüz yanında kalıyordu. Ziyaretine gittiğim bir gün, “rakı içme isteği

duyduğun oluyor mu hâlâ” diye sormuştum. “Olmaz mı” diye yanıtlamıştı beni, devamını şöyle getirmişti: “Zaten içsem içsem bir kadehcik içeceğim, ama yanımda kalan, üstelik yakınım da olmayan bir hanım var evde, ayıp olur diye kovuyorum isteğimi.”

***

Bambaşka bir konuya geleceğim: İnceleme yazıları ve kitapları için elinin altında tuttuğu arşiv sadece dergilerden ve makalelerden ibaret değildi; mükemmel denebilecek bir gazete kesikleri toplamına da sahipti. Uzun sözün kısası, akla gelebilecek her şey için son derecede hazırlıklı bir kişiydi İsmail. Bay Tedbir de denebilirdi ona. Diğer adları mı? Bay Düzen’di, Bay Tertip’ti, Bay Disiplin’di. Şaşmaz kuralları vardı. Kılığını-kıyafetini düzeltip otururdu işinin başına. Güne iki-üç gazete okuyarak başlardı. Kahvaltısının, öğlen ve akşam yemeklerinin saatleri katiyen değişmezdi. Akşamüstü beş çaylarını mı, mümkün değil, ihmal

etmezdi. Saatime baktığımda, o an itibariyle ne/ler yapmakta olduğunu -tahmin etmezdim- bilirdim; ‘sanki’siz yazıyorum, memleket saat ayarı’ydı çünkü. İmzasından da söz etmem gerekecek: Soldan sağa doğru nasıl gidiyor idiyse imzası.. hayrettir, sağdan sola doğru da, aynen öyle dönerdi.

***

Yazdığımız şiirlere de geleyim: Bitiremediğimiz, çünkü bir türlü emin olamadığımız şiirlerimizi birbirimize gönderir, görüş ve eleştiri isterdik birbirimizden. Ortaya çıkan sonuçlar ikimizi de memnun ederdi.

***

25 Eylül 2009… Bahçedeyiz, altmış yaşıma girişimi kutluyoruz. İsmail altmış beş yaşında. Benden daha güngörmüş, daha tecrübeli. “Bilesin” diyor, “altmışla birlikte çok şey değişiyor, dahası çok çabuk değişiyor. O güne kadar pek de tanımadığın ağrılarla filan tanışıyorsun, haberin olsun.”

Altmışıma henüz giriyor olmanın hovardalığıyla, “He” deyip geçiyorum.

***

25 Eylül 2021… İkimiz de ayrılmışız Urla’dan, artık şehrin içindeyiz, Göztepe semtinde… Gördüğü kemoterapi ve radyoterapi, annesinden hatıra alerjik bünyesini kötüden kötüye güçsüz kılmış. Yetmiyormuş gibi, haftada üç gün diyalize gidiyor. Ben mi, maşallah domuz gibiyim, ama yetmiş bir yaşımı bitiriyorum. “Haklıymışsın” diyorum İsmail’e. “Hangi konuda” diye soruyor. “Her konuda!” diye yanıtlıyorum. “Yahu n’oluyor” diye ısrar ediyor. “Boşver” diyorum. Üstelemiyor.

***

Subaru günleri’... Sabahın körü, emekli milleti yatağında! Ben mi, kravatımı bile bağlamışım! Evimin karşısındaki durakta İsmail’i bekliyorum. Yaklaşıyor, önüme geldiğinde duruyor. Yanındaki koltuğa yerleşiyorum. Sanki aydın olacakmış gibi gün, sadece “Günaydın” diyoruz birbirimize, hepsi o kadar!

Devamında tek bir kelime bile çıkmıyor ağzımızdan. İkimizin de suratı beş karış. Ne de olsa işe gidiyoruz. Ama, bir de dönüşü var yolun. Az biraz sussak ya.. susmuyoruz, anlatıyor da anlatıyoruz. Şarkı bile söylüyoruz: “Otomobil tuttu yolu/ Bu yol macera dolu…”

Ne de olsa evlerimize dönüyoruz.

***

Anlaşamadığımız bir şey yok muydu peki? Vardı: Yerinden kıpırdamıyordu İsmail. Yerinden

kıpırdamayan diğeri, yani bendeniz, çok daha ‘sportmen’dim ona kıyasla; kızıyordum, söyleniyordum hareketsizliğine. Ama haksız değildi; yıllar önce geçirdiği bel ameliyatının olumsuz etkileri hâlâ sürmekteydi, zorlanıyordu yürürken.

***

Sahici, birinci sınıf bir feylezof-entelektüeldi. Bilmediği yoktu, “her şeyi bilen adam” derdim ona, gülerdi.

***

Mütevazılık ancak ondan öğrenilebilirdi.

***

İkinci Dünya Savaşının bittiği yılda, 1945’te doğmuştu. Babası bu nedenle Sulhi koymuştu adını. (İsmail Sulhi Coşkuner)

***

Anlatmadıklarım mı.. tabii ki var, ama yeter bu kadarı.

***

Ben bana diyorum ki, “Ey Sina, kalan öteki yarınla idare et bundan sonra.”

Bu yazının hamişi:

Şadiye’nin telefon mesajı: “Yolunu tamamladı.”

Oğlum Mahir’in telefon mesajı: “Ne iyi adamdı, güzel hatırlanacak.”

***

ESERLERİ

Şiir Vira!.. (1984, 1998), Geyik ve Yolcu (1997), Külde Kor İzleri/Toplu Şiirler -Araf+Kül Tabletler Tarihi- (2016), Kısa öykü-Kanatlarını Yitirmiş Uçan Atın Tutkusu (1991), Düşüş (2011) Deneme ‘Kendime, Sana, Toprağa ve Gökboşluğa’ (1999), İtiraz Yazıları (2002)

Buyruk ve İtaat (2006), Gökyüzünden Başka Sınır Yok (2008), Sahnelenmiş oyun

Sarhoş Orman (1966), Tamamlayamadığı kitap Sabuklamalar.

(Bazı bölümleri Virüs dergisinde yayımlanan bu kitabı -bana göre- başyapıtı olacaktı.)

(Sincan İstasyonu, Mart-Nisan 2022)”

Sevgili Sina’mızın yazısından sonra, İsmail Ağabeyimizi O’nun kaleminden bir İzmir şiiriyle sevgi ve saygıyla analım… Ruhu şad olsun:

PASAPORT KAHVESİNDE UYANDI BAHAR

Sabahçı vapurundan sıçrayıverdi bir adam

Elinde mor salkımlar, açtı dükkanın kilidini

Okul kaçkını aşıklardan sonraydı,

Mor salkımlar adamdan daha sonra

Bir ıslık tutturmuş, kaldırımda sekerek uzaklaşan

Delikanlıdan da sonraydı

Bir anda duyduk

Ciğerimizin ta ucunda, parmaklarınıza yakın

Benzersiz kokusunu

Camgöbeği bir dünyanın, neftiden yeşile

Uzanan bir yalısına

Etekleri, sabahı okşayarak yanaşırken güneş

Çayım, mercan

Damağımda binbirgece masallarının tadı

Gelmiş-geçmiş tüm sevgililer bekliyor limanda

Giriyorum gözlerimi kapayarak, usulca

Diyorum ki, tanık değilim: yaşadım

Tanığı mı yaşadığımın?

İşte martılar…

Kentin ağır ağır yükselen uğultusuyla sarmaş dolaş,

Damarlarımda gürüldeyerek yanıtlanıyor bahar

(Geyik ve Yolcu)