Türk şiirinin değerli isimlerinden biri olan İzmirli Sevgili Sina Akyol, sade ama derinlikli şiirleriyle edebiyat dünyasında kendine özgü bir yer edinmişti, kelimeleri ustalıkla işleyen bir şairdi. Zaman zaman Orhan Veli’den sonra haiku türüne en çok yönelen şairlerden biri olarak anılan Akyol, kısa şiirin büyük gücüne inanmış ve şiirlerinde minimalist ama kendisine özgü yoğun bir anlam dünyası kurmuştu. Sevgili Sina’mız çok değerli bir şairdi… Birlikte Şair/Yazar İsmail Mert Başat’ı uğurlamıştık. O’nu çok yorgun ve yıpranmış görmüş, çok üzülmüştüm. Mezarlıktan dönerken, Sina’ya ‘Lütfen kendine iyi bak, şu sigaradan vazgeç artık.’ demiştim. Ayrılırken birbirimize çok sıkı sarılmıştık…
Bu diyalogdan en çok bir hafta sonra, zamansız göç eden Şair Ağabeyimiz İsmail Mert Başat’ı hep birlikte anmak için, müvevazı bir mekanda toplanmıştık. Kimler vardı, hatırlamaya çalışıyorum. (Unuttuklarım beni lütfen bağışlasın) Elbette en başta Sevgili Sina Akyol vardı, sol tarafında Eleştirmen, Yazar Sevgili Ömer Türkeş vardı. Hemen onun yanında Islık Yayınları’nın sahibi, yayıncı Sevgili Fahri Özdemir vardı.
Sevgili Şairimiz, Yazar Tuğrul Keskin, eşi Prof. Dr. Hatice Keskin masadaydı. Sevgili Şairimiz, Yazar Namık Kuyumcu aramızdaydı. Başka kimler kimler vardı? Şair, Yazar Sevgili Duygu Kankaystın, Şair/Tiyatrocu/Akademisyen, Yazar Sevgili Semih Çelenk. Sevgili Eşim Efsun Ersözlü yanımdaydı. Yakın Kitapevi Sahibi Sevgili Levent Salıcı aramızdaydı. Elbette hepimiz sonsuzlukta olan Sevgili İsmail Mert Başat’ı yanımızdaymış gibi hissediyorduk. Sina Akyol, sevgili dostu İsmail Mert Başat’ı anarken hissettiği derin hüznü, masaya çok buruk bir yerden yansıtıyordu. Sık sık sigarasını tazelemeye balkona çıkıyordu. Ama uzun süren bir gecede, çok sıcak bir ortamda, sevdiği dostlarıyla birlikte olduğu için, hüznüyle aynı oranda yüzünde duru bir huzur, gizemli bir mutluluk ifadesi vardı. Sanki bir şeyleri tamamlamış gibiydi Sina Akyol o gece…
Yüzündeki tablo, bakışlarında hiç söylenmemiş kelimeler, kalbinin süveydasından yansıyan hüzünle karışık garip bir mutluluk hali vardı. O akşam Sina bana çok erken buğulu bir veda dalgası aktarmıştı sanki. Ama bu duyguma bir türlü anlam verememiştim.
Biz Sina ile çok fazla görüşmezdik. Böyle olsa da aramızda yıllardır kendiliğinden oluşan bir güven hissi, her zaman sevgiyle, karşılıklı saygıyla taçlandırılmış sıcak bir dostluk iletişimi vardı. Ne zaman birbirimizi telefon ile arasak, bir yerde görsek, kaldığımız yerden başlayabilme yeteneğimiz vardı. Bu çok güzeldi. O’na ve şiirine her zaman çok değer verdim.
Keşke hayat izin verseydi, daha çok görebilseydim O’nu. Ama şiirlerini yeniden okurken, derinliğini hissederek yeniden buluşuyorum O’nunla…
Sina Akyol 1950 yılında Ankara’da doğmuştu. Her zaman kendisini uzun yıllar yaşadığı şehre, yani İzmir’e ait hissediyordu. O bir İzmirliydi… Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Yüksek Okulu’nu bitirmiş ve edebiyat serüvenine 1967 yılında "Çağrı" dergisinde yayımlanan ilk şiiri “Ölmek” ile adım atmıştı. Şiir serüvenindeki çok özenli yolculuğunda, kendi sesini bulmaya başaran şair, özellikle "Ayda Tümör İzleri" (1994) adlı dördüncü kitabıyla şiirlerinde kısa dizelere yönelmeye başlamış ve bu üslubu ilerleyen süreçte kendisine bir tarz olarak edinmişti. Kendisi de bu değişimi değerli şairimiz Duygu Kankaystın’a şu sözlerle anlatmıştı:
“Benim ilk üç kitabım uzun, çok uzun şiirlerden oluşur… Biraz da o dönemin modasıydı diyeceğim. 70’li yıllarda çok uzun şiirler yazılırdı. Sonrasında dördüncü kitabımda birdenbire şiirlerimin değişmekte olduğunu fark ettim… Ben şiirin çok fazla söz kaldırabilecek bir edebiyat türü olduğuna katiyen inanmıyorum. Arınmış, duru bir şiirden, imgesi yeterince var olan bir şiirden yanayım…” (Kankaytsın 2016).
Örneğin Şair, Yazar, Editör Değerli Metin Cengiz de, yıllar önce sağlam bir değerlendirme eşliğinde Sina Akyol'un şiirini betimlerken benzeri bir şekilde şunları vurgulamıştı:
“Sina Akyol’un şiirleri gizli (kapalı) şiirler. Yani ilk bakışta çok anlaşılır gibi geliyor insana. Oysa, okudukça, derinliğini bu açıklığın oluşturduğu gözüküyor. Sade olanın ardında karmaşık olan gizli. Açık olanın ardındaysa kapalı olan. Bu iki kutupluluk, hadi birine pozitif yan, diğerine ise negatif yan dersek, birbirini doldurup tamamlıyor. Birinin sedası diğerinde yankılanıyor. Biri olmasa diğeri olmayacak gibi duruyor. (…) Kısa şiirler yazıyor Sina Akyol. Kısalık onun kimliği gibi.” (Cengiz 1997)
Akyol’un şiirlerinde haiku benzeri kısa dizeler, mitolojik referanslar ve toplumsal duyarlılık iç içe geçmişti. Şair, hem modern Türk şiirinin hem de geleneksel formların bir sentezini yapmıştı. Bu nedenle, onun şiirleri farklı edebi ekollerin kesişim noktasında yer aldı. Şiir hayatının 50. yılında ve İzmir Kitap Fuarı’nın onur konuğu olduğunda, Değerli Elif Şahin Hamidi ile yaptığı söyleşide Akyol, şiire başlama sürecinden bahsederken, ilk gençlik yıllarında edebiyat dergileriyle tanışmasının, şiir serüveninde önemli bir dönüm noktası olduğunu vurgulamıştı. İlk şiirinin yayınlanmasını heyecanla karşıladığını belirten şair, bu deneyimin kendisini daha fazla yazmaya teşvik ettiğini dile getirmişti. Sina Akyol, şiirin onun için bir ihtiyaç olduğunu ve yazının içinde yaşayarak yazdığını, şu sözlerle anlatmıştı:
“Esas itibarıyla kendim için yazarım. İhtiyaç duyduğum için yazmaktır bu. Dolayısıyla dertleşir, konuşur, işaret ederim. Bir çırpıda yazmam, yazamam. Kalkıp dolanırım.
Beni güldürecek bir şeyler yazmayı becermişsem onun tadını çıkarırım. Okur o anda gelir aklıma, onu da güldüreceğimi düşünüp sevinirim.”
Şiirde estetik arayış Sina Akyol için çok önemliydi. Sevgili Sina, şiirin fazlalıklardan arındırılması gerektiğine inanırdı. Sözcüklerin yükünü azaltmanın, bir anlam yoğunluğu yarattığını ve okuyucunun şiirle daha güçlü bir bağ kurmasını sağladığını düşünürdü.
Sina’ya göre şiir, hem bir sanatsal eylem hem de bir varoluş biçimiydi.
Sina’nın eserleri birçok önemli ödüle layık görülmüştü.
Sina Akyol, 1995 Halil Kocagöz Şiir Ödülü, 1996 Yunus Nadi Şiir Ödülü, 1997 Cemal Süreya Şiir Ödülü ve 2000 Behçet Necatigil Şiir Ödülü gibi prestijli ödüller kazanmıştı.
Sina Akyol’un şiirleri, Türk edebiyatında minimalist, duru, arınmış şiirin en başarılı örneklerini bizlere sundu. Onun şiiri, insanın varoluşsal sorgulamalarını, doğayla uyum içindeki yaşantısını ve toplumsal duyarlılıklarını tek bir dizede bile hissedilebilecek bir derinlikte işledi. Bu yüzden, onun eserleri yalnızca bir dönem değil, her dönem okunmaya devam edecek bir şiir mirası olarak görülmeli. Sina’nın eserleri İngilizce, Fransızca, Yunanca, Bulgarca ve Litvanyaca gibi birçok dile çevrilmişti. Özellikle 1980 sonrası Türk şiirinde minimalist anlatımın yaygınlaşmasında büyük bir etkisi olan Sina Akyol, hem geleneksel şiir anlayışını, hem de modernizmi sentezleyerek kendine özgü bir üslup yarattı. Akyol’un şiirlerinde sıkça rastlanan doğa unsurları, onun sanatsal yaklaşımının bir parçası oldu. Şiirlerinde yalnızca doğanın fiziksel görüntülerini değil, onun metafizik anlamlarını da işledi. "Bal" şiirinde olduğu gibi:
“- Fahri Özdemir’e -
İnanıyorum:
toprağa,
suya,
güneşe.
***
Anlatsam bunu;
boy veren çiçeğin
arısına söylesem.
***
Bana sus dese..
ben sustukça
balını eylese.
(Vadedimveylaya, 2011)”
Şiiriyle zamana meydan okuyan Sina Akyol’un şiirleri için belki de en güzel tanımlardan biri yine kendi dizelerinde saklıdır; “Öğrenmenin sevinciyle geçiyorum hayatı.” dizesindeki gibi… Onun şiirleri de, tıpkı hayat gibi, her okunduğunda, insanı yeni bir anlam keşfetmeye davet ediyor. Sina Akyol, kelimeleri ustalıkla işleyen bir kuyumcu gibi, şiir dünyasına eşsiz eserler bırakmış ve edebiyatımızın köşe taşlarından biri oldu. Şiirleri sadece bir dönemin değil, her neslin anlayabileceği ve üzerine düşünebileceği derinlikte, çok yönlü bir miras olarak kalacak. Sevgili Sina’mız keşke daha uzun yaşasaydı… Kim bilir daha neler üretirdi? O’nu artık şiirlerinde yeniden bulacağız. Ruhu şad olsun…
SİNA’NIN BAZI ESERLERİ:
Şiir: Su Tadında (1980), Lokman’la Geçen Şen Günlerim (1982), Haytalarla Hatmiler (1990), Ayda Tümör İzleri (1994), Avluda (1996), Meğer Söz Gümüş (1996), İkindi Kitabı (1999), Belki Çiçek Dağına / Toplu Şiirler (1999), Olmanın Halleri (2002), Meğer Söz Bakır (2006)Yetinmek Sevindirir / Seçme Şiirler (2007), Vadedimveylaya (2011), Salyangoz İlmi (2014) Kişisel Antologya / Seçilmiş Şiirler (2015), İtiraz ve Teşekkür (2015), Çırıl ve Çıplak (2016) Sütün Huyu (2016), Şükür, İnce Yurt! (2017). Deneme: Düzyazdım (2012)
Sina bir şiir ustası olmasının yanında çok iyi, erdemli, zarif, çalışkan bir kişiydi.
Sinamızı her hali ile çok özleyeceğiz. Yıllar önce Artful Living Dergisi "Kendimden Seçmeler" bölümünde Sina Akyol’a yer vermişti. Geçen yıl 19 Şubat günü yitirdiğimiz Sina’yı Artful Living okurları için kitaplarından seçtiği şiirleriyle sevgi ve saygıyla anıyoruz:
SÖZLER
“-Melih Ergen'e-
Burda kal. Öğlen avlusunda.
Zamanın yalın diline yerleş.
Ufka bakmanın meraklısı ol.
Maviye, beyaza, gündüze çalış.
Zakkumu anla! Ağusu,
tenime sürdüğüm merhemdir
diye beni, mırıldanıp şaşırt.
Ağustos'un hummalı böceğini
onun terli şarkısını
gayret et,
Türkçe'ye çevir.
Taşlığı yıkamanın
asmayı budamanın
çıplak ayakla yürümenin
hayli zengin
üslubunu edin.
Burda kal. Kalıcı zamanda.
Öğlen avlusunda.
Arın gövdenden. Kendin oluncaya
kadar soyun.
Ferah sular dökün.
Derin uyu.
(Avluda, 1996)
ÖLÜ YIKAYICISI İÇİN ŞİİR
' Bunun yüreği yok! '
dedi-
ölü yıkayan.
' Kazıyıp aldım
ruhundaki isyanı! '
' Huzurun atlas
yorganıyla yatsın! '
' Bana düşen
evimin yolu. '
(...)
Dilindeki eda
akşamın dar
vaktiyle yürüdü.
(İkindi Kitabı, 1999)
‘ŞADİYE’ ŞİİRİ
Ölürsek,
ölüşürüz;
çırılçıplak
kalışırız.
Etimizdir; etimizden
kıymetle kopar,
kıyametle!
(Meğer Söz Bakır, 2006)