Son zamanlarda İzmir’in trafiği bir zamanlar küçümseyerek bahsettiğimiz İstanbul’u aratır hale geldi. Tüm güzergahlarda hatta çevre yollarında dahi günün her saatinde kendisini gösteren trafik yoğunluğu, işe gidiş ve işten dönüş saatlerinde tam bir işkence halini aldı.
Geçenlerde eşimle birlikte torunumuzun bir okul aktivitesi için saat 18 civarı Narlıdere’den Karşıyaka’ya gidişimiz, hem de çevre yolundan, tam bir çile yolculuğu mahiyetindeydi. Aslında 20 – 25 dakikada gidilecek mesafeyi tam 1.5 saatte alabildik. Sağdan soldan bizim şeridimize saldıran maganda sürücülerin yarattığı sinir bozukluğu da cabası.
İzmir hızla büyüyor ve kalabalıklaşıyor. Bunun trafik üzerindeki etkisi tartışılmaz. Ama belli istikametlerde çok katlı bina inşaatlarına izin veren imar planları yapılırken bunun gelecekte yaratacağı yoğunluk göz önüne alınmamalı mıydı? Planlar yapılırken alternatif yollar düşünülmemeli miydi? Diye sormadan edemiyorum.
Hele hele her birinde alışveriş merkezi, kafeler ve restoranlar ile yüzlerce konut, ofis barındıran gökdelenlerin yapımından önce ki daha onlarcası da yapılmaya devam ediliyor, altyapı problemlerinin nasıl izale edilebileceği düşünülmemeli miydi? Bayraklıda, adliyenin civarında ne yol yetiyor, nede otopark. Aslında her yer aynı durumda.
Tam burada yazılması gereken bir şey daha var. İzmir’de trafik de kanımca iyi yönetilmiyor veya denetlenmiyor. Otobüslerin hiçbirisi duraklara yanaşıp yolcu indirme bindirme yapmıyor daha doğru ifadeyle yapamıyor. Çünkü durak cepleri otopark gibi kullanılıyor. O nedenle otobüs yol ortasında duruyor, bu sefer trafik tıkanıyor.
Mithatpaşa caddesi, Alsancak cumhuriyet bulvarı, Talatpaşa, Karşıyaka sahil yolu hep aynı.
Dükkanlar kaldırım işgalleri yetmiyormuş gibi yol kıyısı park yerlerine de masa sandalye koyup oturuyorlar veya belediyeye bir bedel ödemeksizin o park yerlerini levhalarını koyup sahipleniyorlar. Sıkıyorsa park et. Kavga hazır.
Araç kullananların çoğu araç kullanmayı biliyor ama trafiği kullanmayı bilmiyorlar. Yol vermek, tali yoldan çıkan aracın geçişini kolaylaştırmak için azıcık yavaşlamak bunlar artık rüyamızda görsek inanamayacağımız şeyler. Önündeki trafik durunca yan yolun geçişini boş bırakarak beklemek, böylece diğer yolun akışına engel olmamak, bilinmiyor. Gelip tıkıyor geçişi, o duruyor sen de gidemiyorsun tıkanıklık katlanıyor.
En sol şeritten hızla gelip aniden ve diğer şeritlerde seyreden araçları tehlikeye atarak sağ taraftaki çıkıştan çıkmaya çalışmak, döner kavşaklarda dönüş sonrası gideceği istikametin tam tersindeki şeritte bekleyip sonra yine tüm dönenleri riske ederek aksi yöne girmek, bunların hepsi bilgisizlik ve bilinçsizlik mahsulü işler.
Ne yazıktır ki bunların çoğu trafik polislerinin gözü önünde oluyor. Hah şimdi yiyecek cezayı dediğimiz noktada sürücü yoluna devam ediyor. Denetimler evrak kontrolü, sürat kontrolü (radar), park cezası düzeyinde kalıyor. Oysa ki hareketli trafikte bunlardan çok daha tehlikeli hareketler gırla gidiyor. Evraklar tamam. Ama her hareketi faul.
Hangi birini yazayım, insanı uykudan zıplatan motosiklet, otomobil egzoz seslerini mi, yerli yersiz klakson çalanları mı, sağa işaret verip sola dönenleri mi, kırmızı ışıkta geçen, sağından solundan fütursuzca fırlayan motor kuryeleri mi? Yaya geçidinden geçerken üzerine araç süren şoförleri mi, daha sarı ışık yanarken fırlayıp, diğer taraftan gelip geçişini tamamlamamış araçlarla çarpışanları mı?
Tek çare daha yoğun eğitim. Ehliyet alabilmek için asgari lise mezunu olma koşulu getirilmeli. Bu arada trafik polislerinin de zaman zaman hizmet içi eğitimle bilgilerini tazelemeleri gereğini de unutmamalıyız.