Bir kuş geçti sanki bu yeryüzünden... Gözlerinin mavisini denize, kelimelerinin sıcaklığını kağıda bırakıp gitti. Gazeteciydi, şairdi, anlatıcıydı. Kendi halinde mütevazı bir efsaneydi. Kalemiyle hayata dokunan, kelimeleriyle suskunları konuşturan, cümleleriyle unutulanları hatırlatan bir adamdı Aykut Poturoğlu. Aslında yaşarken kendine biraz haksızlık da etti. Çünkü ‘Süryani’ adını verdiği tek şiir kitabına, yeni şiir kitapları da ekleyebilirdi. Galiba O bunu çok önemsemedi, şiir gibi yaşamayı bazen kendi şiirine tercih etti. Ama ‘Süryani’ ile Güzel İzmir’in Edebiyat tarihine adını yazdırdı.
Aykut Poturoğlu 1940 yılında Mardin’de doğdu. Ama hayatı İzmir’de geçti. Kendisini İzmir’e ait hissetti. Öğretmen bir ailenin çocuğuydu, ama o çocuk yaşta kelimelerin öğretmeni oldu. Hukuk Fakültesi’ne girdiğinde kaderi çoktan başka bir yola sapmıştı.
Gazeteciliğin kokusunu aldığı an, o sokaklara, röportajlara, hikâyelere âşık oldu. Ankara Hukuk’tan ayrıldı, İstanbul’da Gazetecilik Yüksek Okulu’nu bitirdi.
Türkçesi yalındı, ama içinde dev dalgalar taşıyordu. Röportajlarında coğrafyayı ikinci bir metin gibi yazıya giydirirdi. Merkezin uzağında kalanları, kayıtlara geçmeyenleri, unutulmaya yüz tutmuş hayatları kalemine misafir ederdi. Yaşar Kemal, Fikret Otyam ekolünde ilerleyen yazıları, Aykut’un yüreğinden süzülen, zamanın unuttuğu insanlara bir ağıttı. Ege Ekspres, Yeni Asır, Cumhuriyet, Güneş, Demokrat Ege sayfalarında sesi yankılandı. Röportajları ödüller kazandı, ama onun için önemli olan, anlatılan hayatların unutulmamasıydı.
SÜRYANİ ADLI TEK ŞİİR KİTABI
Ve şiir... Bir başka kuşak onu şairliğiyle tanıdı.
Atilla İlhan’ın 70’li yıllarda takip ettiği genç şairler arasındaydı.
Sonuçta “Süryani" adını verdiği tek kitabında, kelimelerini ince ince işledi.
O şiirlerinde bir sevda ustasıydı, bir duygu gezginiydi.
Söz, onun elinde yalnızca bir iletişim aracı değil, bir dünya kurma sanatıydı.
Duygusunu süslü kelimelerle değil, damıtılmış bir sadelikle anlatırdı.
"Bir akşam vakti/ Basmane açıklarında/ Kınından sıyrılmış/ Kasatura biçiminde içime yaslandı sevda" diyerek, aşkı da, yalnızlığı da, yitikliği de aynı dizelerde harmanladı.
Aykut Poturoğlu, dostluğa inanırdı. Ankara Hukuk’ta öğrenciyken başlayan bazı dostlukları hiç kesintiye uğramadan tam elli yıl sürmüştü.
Yeri geldi, karın altına düşen bir portakalı paylaşarak yaşadı, yeri geldi bir dostunun koluna girerek onu yumruklardan korudu. Hayat onun için bir selam, bir tebessüm, bir candan sözdü.
Sezen Aksu ile sohbet ederken, ona "Minik Serçe" diyen oydu.
İzmirli Sezen Aksu, İstanbul’a giderken "Benimle gel, bana şarkı sözü yaz, beni bırakma" dediğinde, Aykut yanında hasta eşini bırakamayacağını söyleyip yüzüğünü denize attı.
Belki de o yüzden "Beni Bırakma" şarkısı kalbimize bu kadar dokundu.
Sevdanın en derin halini yaşadı, ama onun için aşk, yalnızca kendine değil, dostlarına, memlekete, insan hikâyelerine adanmış bir sadakatti.
“HASRETİNDEN PRANGALAR ESKİTTİM”
Ve bir gün, hayatın kalemi onun adını yazmayı bıraktı. 2017 yazında, önce can yoldaşı, sevdiği kadın, eşi Sezen’i kaybetti. Birlikte tedavi görürken, aynı evde ayrı odalarda, telefonun ucunda vedalaşan iki yorgun kalpti onlar.
Ahmet Arif Ustanın dizeleriyle "Hasretinden prangalar eskittim" demişti karısı Sezen ona; o da "Ne mutlu bana, hasretimden prangalar eskitmiş bir karım var" diye gülümsemişti telefonun diğer ucunda. O gülüşün ardında, zamanı yenmeye çalışan bir sevdanın burukluğu saklıydı. Aynı yıl, 1 Kasım’da Urla’daki bir huzurevinde, kelimeleriyle ve kalbiyle bezediği bu dünyayı geride bıraktı.Ama bazı isimler sadece mezar taşlarında yazmaz, hatıralarda yaşar.
Aykut Poturoğlu, edebiyat dünyasında ve dostlarının yüreğinde yaşıyor.
ATTİLA İLHAN’IN İZLEDİKLERİ ARASINDA
Döneminde Attilâ İlhan’ın dikkatle izlediği genç şairlerden biri olan Aykut’un şiirleri, zamanın süzgecinden geçerek günümüze ulaştı. Attilâ İlhan, 29 Mart 1974’te Milliyet Sanat Dergisi’ndeki bir soruşturma yanıtında şöyle diyordu:
"Şimdi yetişenleri, iki sapma tehdit etmektedir.
Bunlardan birisi, biçimcilikten kurtulup öteki aşırılığa, slogan ve bildiri şiirine düşmek kolaylığı. İkincisiyse küçük burjuva ozanlarına vergi çekememezlik ve dedikodu niteliklerini farkında olmadan benimseyerek birbirlerine düşmek yanılgısı. Bu iki önemli tehdide düşmez, yöntemlerini akıllıca kullanırlarsa, besbelli gençlerimiz zehir gibi ozanlar olacaklardır.
Ben kendi hesabıma Necati Yıldırım'ı, Hüseyin Yurttaş'ı, Aydın Yalkut'u, Arif Karakoç'u, Erol Çankaya'yı ve Aykut Poturoğlu'nu severek izliyorum."
Bugün, onu anarken yalnızca bir gazeteciyi, bir şairi değil; insana, dostluğa, sevdaya inanmış bir yüreği de hatırlıyoruz. Evet, bu dünyadan Aykut Poturoğlu geçti...
Ama ardından bıraktığı kelimeler hâlâ bizimle konuşuyor.
Aykut Poturoğlu, gazeteci olarak araştırma, inceleme, röportaj ve fotoğraf dallarında Varlık, Yeditepe, Dost, Papirüs, Yansıma, Forum, İleri, Özgür, Çağrı, Çağdaş, Yön, Hisar, Hareket dergileri ve Ege Ekspres, Yeni Asır, Cumhuriyet, Güneş, Ege Telgraf, Demokrat Ege gazetelerinin sayfalarında yüzlerce yazıya ve şiire imza attı. Gazetecilikte muhabir, haber müdürü, sorumlu yazı işleri müdürü olarak çalıştı. Röportajları ile çok sayıda ödülün sahibi oldu. Tek şiir kitabı Süryani ile hepimizin kalbinde iz bıraktı.
Aykut Poturoğlu’nu tek bir cümle ile anlatır mısınız, dense… Ben Meslektaşım, Sevgili Dostum Değerli Atilla Köprülüoğlu’nun, O’nu anlattığı güzel yazısına attığı başlığı tercih ederdim kesinlikle: “Soylu Bir Gazeteci Şair; AYKUT POTUROĞLU”
Ruhu şad olsun Sevgili Aykut Poturoğlu’nu bazı şiirleriyle sevgi ve saygıyla selamlayalım:
SÜRYANİ
Bir akşam vakti
Basmane açıklarında
Kınından sıyrılmış
Kasatura biçiminde içime yaslandı sevda
Ki işsizliği ve hainliği
Ceplerimde
Mühürlenmiş bir evrak gibi taşıyordum
Tercan’da
İstasyon parmaklıklarına
İki damla bulut halinde
Asılı bıraktığım zabitliğim
Perdeleri Ramazan’a ve oruca çekili meyhanelerde
Usulcana birşeyler konuşan
Hiç gülmeyen
Mevlit dinler gibi aşık Mahsuni dinleyen
Kürt ve alevi köylüleriyle katiyen ilgisi yoktu
Çünkü şansa boğazı komutanı olarak
O ünlendiğin günlerde
Ben daima
İçini yumruklayan bir çocuktum
Ve sabahın zehirinde
Uzun bıyıklı Anadolu köylülerinin
Kemah Boğazı sırtlarından
Erzincan düzüne doğru
Su içmeye indiklerinde
Arkalarını kalleşliğe dönüp
Kendi dillerince inleyen
Toprağa kapaklandıklarında
Namertlik sırtlan inlerinde deyip
Ve sabah ezanlarını tanrıya terk edip
Yüzlerini güneşe çevirdiklerinde
Bu ne demektir çok iyi bilirim
Sevgilim bir ülkeydi içimde
Ve ülkesinde
Şairlerle işsizlerin
Umutsuzluktan caddeleri kemirdikleri saatlerde
Yasaklanmış iri puntolu
Gazeteler neşrederdi sessizce
Bana ve hayata ait
Günler günler geçipte sonra bir bir
Anlatılmaz olunca çiçekler
Tanrıya kahpelere ve beylere
Beyaz bir mendil gibi buruşturup
Çocuk parklarına bıraktım
Birgün nasılsa imha edilecek kalbimi
Sevda hasret ve zulüm
Geliyorum demez.
KİRPİKLERİMDEN KAN DAMLIYOR
noter aracılığıyla gönderdiğin
ve benden istifa ettiğini bildirdiğin
mektubunu aldım
diyorsun ki
tarumar edilen
artık çakıl taşlarından ibaret
tozlu çıkmaz patikalara dönüşen
üstünde sadece ıssız süryani keşişlerin geçtiği
öksüz ruhunu neyleyeyim
yere düşüp kaybolmasınlar diye
yüzümden derleyip
başucundaki yastığının altında
titreyerek sakladığın
tebessümlerimi geri istiyorum
o akasya ağacının şahitliğinde
öptüğüm şark çıbanına yapışan sevgimi de sil
seni basmane istasyonundan
posta treniyle diyarbakır'a uğurlarken
peşinden koşup
gözyaşlarımla ıslattığım
üçüncü mevki
kompartımanın penceresinden
sana uzattığım
oyalı mendilimi dahi iade et
ekliyorsun ki
çektiğin bütün fotoğraflarımı
yazdığın ucuz şiirlerini
dünyadan yok olsunlar diye
götürüp bir çöplükte yaktım
hatırlamayı unuttuğun
ve yıllarca
kalbimin üstündeki cüzdanımda taşıdığım
kurumuş küpe çiçeğini de bunlara katıp
basmadan bir bohçada çıkınlayıp
dibine minik ölüsünü gömdüğüm
saka kuşunun bulunduğu
o akasya ağacının kuru bir dalına astım
orada duruyor
kirpiklerimden kan damlıyor
VUKUAT RAPORU
İçime düşünce
Hep sonbahar oluyorum
Aynaya bakıyorum
Mavi gözlerime
Kara çalmışlar
Saçlarımı tanıyamıyorum
Bardağıma
Bulanık sular boşaltılıyor
Bağrım feci yanıyor
Fakat içemiyorum
Daktilomu camdan fırlatmışlar
Parçaları feryat figan
Kalemlerimin tümünün uçları koparılmış
Yazılarımı ve röportajlarımı
Para etmez diyerek
Eskiciler bile almıyor
Şiirlerimi tenha sokaklara atmışlar
Aç sokak köpekleri bile yemiyor
Üstlerine
Üşümüş yetim kediler işiyor
Paslanmış kampanası
Depoya atılmış
Kanepeleri kırık
Tren istasyonu bile bulunmayan
Ücra Anadolu kasabasının
Ağır ceza mahkemesinde
Hayat bilgisinden
Yargılanıyoruz
Olmayan sevgilim
Avukat da istemiyorum
Sakın gönderme
Zira
Herşey bitti
Kepenkler indi
Son duruşmada
Bileklerimi kürsüye uzattım
Başka suçlu aramayın hakimim
Diye inledim
Aradığınız mücrim benim
Kelepçelerimi
İşte böyle edindim
Sana beni görmeye gel diyemiyorum
Hakkını helal et
Bağışla
Dün mahkum arabasında
Zaytiyeler kulağıma fısıldadı
Temyiz mahkemesinden karar çıkmış
Allahaısmarladık olmayan sevgilim
Yarın
Sinop’a doğru yola çıkıyorum
Hıçkırsan da fayda etmez
İpe gidiyorum.